19 Kasım 2010 Cuma

Fenerbahçe Acıbadem 3 Vakıfbank GSTT 1



Memlekette yatış moduyla geçirdiğim bayram tatilinin bitiyor oluşunun verdiği can sıkıntısının kendi adıma tek tesellisi bu maçtı herhalde. Federasyonun zaten ziplenmiş takvimi bir de rarlama teşebbüsüyle daha bir arada doğru düzgün antrenman yapmamış iki takımın üstelik birinin koçunun bile olmadığı bir maç izlemek ne kadar teselli oldu tartışılır tabi. Üstüne Dünya Kupası'ndan yeni dönmüş, bırakın yorgunluğu hala aradaki saat farkını  atlatıp atlatamadıkları bile belirsiz bir düzine oyuncu + koç faktörü de eklenince biraz gösteri maçı kıvamında bir final izledik.

Tüm bu faktörleri üst üste koyunca yüksek kaliteli bir maç beklersek haksızlık etmiş olurduk zaten. İki takımın 4 sette 33 hata yapmasını da mevcut koşullara bağlıyorum. Bu yüzden şu maça bakıp çok fazla teknik analiz yapmak da doğru değil. Fenerbahçe zaten kağıt üzerinde aşırı ağır bastığı maçı pek de kasmadan rahat bir şekilde kazanıp geçen sezon gibi açılışı kupayla yapmış oldu. Sarı Lacivertliler 2009 Nisan'ından bu yana Türkiye'de 1. lig seviyesinde düzenlenen 5. resmi kupayı da almış oldular böylece. Bunu yaparken de Fürst, Fafao, Seda, İpek gibi oyuncularını kullanma gereği bile duymadılar. Memlekette tatilde olan koçu saymıyorum daha :)

Kamil Söz'ün Ergül Avcı tercihi ilk başta biraz şaşırtıcı görünse de geçen sezon Nilüfer Belediyesi'nde sürekli şans bularak normal sezonun en çok blok tutan 10 oyuncusu arasına girdiğini unutmamak lazım. Bu maçta da 5 blokla maçın en çok blok yapan oyuncusu oldu. Blok demişken Fenerbahçe'nin bloklardaki ezici üstünlüğünü de söylemeden geçmek olmaz. Bu da kağıt üzerinde bakıldığında şaşırtıcı bir rakam değil. Fenerbahçe'de yan faktörler de ortalar kadar iyi blok kovalıyorlar. 

Genel olarak bakıldığında Fenerbahçe geçen yılki handikaplarını (manşet, defans, kadro derinliği vs.) aşmış görünüyor. Gamova sonrası yapılan eleştiriler de Kasia'nın varlığıyla bir nebze diner artık herhalde. Fenerbahçe'de asıl sorun çaprazda kimin oynayacağından çok servis karşılama ve defansı kimlerin yapacağındaydı. Nitekim topu havaya kaldırdığınızda vuracak adam çok Fener'de bu yüzden asıl öncelik manşet ve defans zaafıydı. Geçen sene 3-4 kişiyle savunma yapan takım görülen o ki bu yıl 5-6 aktif savunmacıyla oynayacak. Manşet olayı da iki sağlam kaleyle kontrol altına alınmış gibi. Yalnız Nihan'ın durumu biraz endişe verici göründü bana. Sakatlıktan çıkmış olması da bir handikap tabi ki fakat bu sene rakiplerin servislerdeki net hedefi Nihan olacak gibi. Fenerbahçe Sokolova-Osmokroviç ikilisiyle bu handikapı aşmakta pek zorlanmaz diye düşünüyorum. Bir de bugün Fenerbahçe yedek liberosunu kadroya alma gereği bile duymamış. Tüm sezon bunu yapmazlar sanırım. Nihan maç içerisinde sakatlansa kim liberoya geçecekti merak ettim :) Çiğdem geçerdi galiba.

Vakıfbank cephesindeyse değişen pek bir şey yok gibi. En azından artı yönde bir şey yok. Takımın en büyük sorunu servis karşılayamamaktı şu an bu sorun aynen sürüyor. Nikolic sürekli böyle kullanılacaksa rakipler oradan  bu sezon da çok ekmek yer. Kamil Söz'ün hadi çıkın oynayın rahatlığında yönettiği Fenerbahçe'ye karşı Giovanni yine bir dünya taktik ve oyuncu değişiklikleri denedi ama eldeki malzeme ortada. Onu manşetten sakla bunu manşete sokma derken oyun planı da iflas etti. Kasia'nın servise geldiği her tur Vakıfbank için adeta kabus oldu. Bir ara artık topu dışarı atsa diye beklemekten başka bir şey yapamadılar. Bu düzeyde bir takım bu kadar çaresiz kalmamalı ki geçen sene de benzer manzaraları izlediğimizi düşünürsek transfer konusunda hatalar yapıldığı ortada. Vakıfbank ciddi takviyeler yapmadığı sürece geçen seneyi arayacak gibi duruyor. Sezon başı, takım yeni toplandı falan bir çok bahane üretilebilir ama Vakıfbank konusunda çok da iyimser olamıyorum.

Yeni salon için de bir şeyler ekleyeyim. Bu yıl Eczacıbaşı mı Fenerbahçe mi aday olur bilmiyorum ama CEV bu yeni salona CL için F4 vizesini verir gibi bir his var içimde. Bu arada Federasyon da nihayet sitesini açıp bakılabilir bir hale getirmiş. Her ne kadar içerik olarak hala yetersiz kalsa da bu bile bir adımdır.

27 Mayıs 2010 Perşembe

Transfer Harekâtı


Türkiye Kadınlar Voleybol Ligi 2009-2010 sezonunun bittiğini ilan eden düdükle taraftarları belki de sezonun genelinden daha çok ilgilendiren bir döneme, transfer sezonuna girdik. Taraftarlar forumlarda transfer dualarına çıka dursun, spora tuttuğu takımın renginden oluşan gözlüklerle bakmayanlar bu dönemde transfer stratejilerini anlamaya çalışarak takımların gelecekleri üzerine beyin fırtınaları estiriyorlar. Biz de, voleybol liginin konuşulmaya değer ‘diğerlerini’ üzülerek bir yana bırakarak, gözlerimizi öncelikle ağır ablalar kontenjanından imtiyazlı üç takıma çevirdik.


Aslında bu yazıyı takımlar iyice şekillendikten sonra yazmayı istemiştim. Ancak FBA’nın -ayyuka çıkan haberler ve resmi açıklamalar ışığında görünen- transfer stratejisi beni o kadar afallattı ki, içimden geçenleri paylaşmak için transfer sezonunun devamını beklemek zor geldi. Yazının şu anda yazılma sebebi olduğu için önceliği ve en uzun bölümü FBA’ya ayırdım. Bir voleybolsever olarak bu yıl FBA’dan beklentim geçen yıl belki mecburiyetten, belki de Gamova’nın cazibesine kapılarak yaptıkları transferlerin sonucunda kurulan çok kuvvetli ama dengesiz kadrosunu 2-3 nokta transferle gene kuvvetli ama biraz daha dengeli bir hale getirmesiydi. Gamova’nın ayrılışı ile bu yolda büyük de bir şans doğmuştu. Sokolova gibi bir oyuncunun gelmesi de bu yolda gidildiğine dair bir umut vermişti bana. Ancak sonrasında piyasaya düşen dedikodularla benim umutlarım gitgide azalmaya başladı.

Mehmet Ali Aydınlar Sokolova’nın imza töreninde FBA’nın bu yıl CEV CL’de kupayı kaldırmayı hedeflediğini ve bu hedef doğrultusunda kadrolarında 5-6 yabancı bulunduracaklarını açıkladı. Buraya kadar benim için çok büyük bir sorun yoktu, ancak M.Ali Aydınlar’ın zamanında gerekirse Türkiye için farklı, Avrupa için farklı takım kurarım dediği bana aktarılınca ve gelecek oyuncuların dünya yıldızları olacağı söylenince başımdan aşağı kaynar sular döküldü. Belli ki M. A. Aydınlar Avrupa Şampiyonluğu konusunda çok hevesli, yalnız bunun tek yönteminin biri yıldızlarla dolu iki farklı takım kurmak olduğunu düşünüyorsa, birilerinin kendisini uyarması gerekir. Özellikle de kendisinin de sık sık dile getirdiği kalıcı başarıyı sağlamanın yolunun bu olmadığı çok aşikâr. Burada yabancı oyuncu mu, yerli oyuncu mu tartışmasına girmek istemiyorum. Sizlere sadece Dağhan Irak’ın bu konu hakkındaki yazısını okumanızı tavsiye edebilirim.* Benim için şu aşamada önemli olan FBA’nın stratejisi. Geçtiğimiz sezonun başarılı takımı FBA, daha da başarılı olmak yolunda 4-5 yıldız oyuncuyu kadrosuna katmayı seçmiş gibi duruyor. Bu tip yabancı transfere dayalı takımların uzun vadeli bir devamlılık sağlamadığını gerek tarihi gerek güncel örneklerden (Murcia, Tenerife, Novara, Volero, Telekom, Vakıfbank) görebilmek mümkün. Hele ki bunu iki ayrı altı kurar Avrupa'da biriyle, Türkiye'de diğeriyle oynarız noktasına taşımak o takımın kendi iç dengeleri açısından hatalı bir yaklaşım.

Voleybolda kontratlar genelde sezonluk hatta dönemlik yapılır. Özellikle yıldız lejyonerlerin iki sezonu aynı takımda geçirdiğini görmek çok sık rastlanır bir durum değildir. Bunun sonucunda da bir takımın kadrosunda değişmeyen takımların genç ve yetenekli oyuncularıdır. Türkiye özelinde yabancı kontenjanını da denkleme eklersek, kalıcı olanlar yerlilerdir. FBA zaten Eda, Seda, Naz gibi yakın dönem jenerasyonu içerisinde en yetenekli üç yerli oyuncuyu kadrosunda bulunduruyor. Bu durumda uygulanması gereken strateji bu üç oyuncu ile takımın iskeletini oluşturup, takımı gerekirse yabancı yıldızlarla tamamlamak olmalı. Bu üçlüyü bozmadığınız sürece, yerlilerle kapatamadığını açıklarınızı yabancılarla kapatmanız kimseyi rahatsız etmez. Ancak FBA bu oyuncuları Avrupa için yeterli görmemeye devam ederse, geçtiğimiz yılki yapılanma yüzünden her bakımdan geriye doğru bir gidiş sergiledikleri de düşünüldüğünde, korkarım bu oyuncular FBA’nın iskeletini oluşturmak bir yana, gitgide sıradanlaşacaklar. İşte o zaman FBA önümüzdeki 10 yılı kurtarma noktasından, sadece pahalı yabancı transferlere başarı kovaladığı bir noktaya gelecek. Bilmem voleybol mezarının bu tip kulüplerle dolu olduğunu bir daha hatırlatmama gerek var mı?

Rotasyon uygulanarak genç oyuncuların gelişiminin durmayacağı gibi naif bir düşünce ile bu stratejiyi savunmaya kalkmak da çok zor. Voleybol oyuncu değişimindeki kurallar sonucu maç içerisinde rotasyon uygulamaya açık bir spor dalı değil. Maçtan maça kadro değiştirmek de bir çözüm olamaz. Birçok spor dalında olduğu gibi takımı oluşturan bireyler de olsa, takımın başarısı ne kadar “takım” oldukları ile alakalı bir durum. Her maça farklı bir kadro ile çıkmakla, her maçı aynı kadro ile oynayan takımlar karşısında dezavantajlı bir duruma geleceğinizi görmek çok zor olmasa gerek. Eğer takım yöneticileri de bu düşüncedeyse, bir voleybol forumunda İtalyan bir arkadaşın belirttiği gibi, FBA (en azından Avrupa’da) başarısız olmanın en afili ve pahalı yöntemini bulmaya çalışıyor sanırım.

FBA’da işler böyleyken, Eczacıbaşı geçen yılı boşa geçirmenin verdiği hırsla transfere hızlı başladı. Eczacıbaşı için de FBA için söylediklerimizi bir yere kadar söylemek mümkün. Elindeki potansiyeli yüksek yerlilerle yıllardır sağlam bir iskelet oluşturamadılar. Ancak bu konuda onları mazur görmek daha mümkün. Öncelikle Naz’ı kaybetmeleri ardından da şans verilen yerlilerin bir türlü isteneni verememesi bir bakıma onların şansızlığı olarak görülebilir. Ellerinde güvenebilecekleri bir yerli iskeleti olmadığından, önceliği yerli transferine verdiler. Yerlilerin en iyisi Neslihan’ı ve en iyi pasörlerinden Elif’i kadrolarına kattılar. Belki de bu noktada eleştirilebilecek tek durum Mirka ile yollarını ayırmama kararları oldu. Mirka’nın smaçöre çekilmesi manşet / savunma problemine yol açabilir, mutlaka iyi bir manşetçi /savunmacı almalılar diye düşünürken, Del Core gibi defansı ve servis karşılamasıyla ünlü bir smaçörü ikna ederek, kadrolarını güçlendirdiler. Orta oyuncuları yetersiz derken de Barazza’yı aldılar. Bizim buradan gördüğümüz kadarıyla Eczacıbaşı genel de olduğu gibi bu yıl da düzgün bir strateji izlerken, bu sefer aldıkları oyuncuların kalitesiyle de başarılı bir transfer dönemi geçiriyor. Bütün bu olumlu gelişmelere rağmen zayıf yönleri olmadığını söylemek mümkün değil, ancak şu ana kadar izledikleri strateji yapılacak yerli / yabancı 1-2 nokta transferle zayıf noktalarını minimuma indireceklerini düşündürüyor bana. Eczacıbaşı’nın şu an için en zayıf karnı pasör pozisyonu gibi duruyor. Bakalım bu konuda Eczacıbaşı’nın bir sonraki adımı ne olacak. Elif’e güvenip bu pozisyon için Asuman dışında bir alternatif düşünmezlerse, haddim olmadan Eczacıbaşı’nın yeni günah keçisinin kim olacağının şimdiden belli olduğu kehanetinde bulunabilirim.

VGSTT ise transferin suskun ismi olma konusunda ısrarını sürdürmekte. Neslihan’ı kaybettikten sonra yeni transferlerini açıklamalarını boş yere bekleyip durduk. VGSTT’nin idari sorunlarla boğuştuğu dedikoduları bu noktada daha fazla anlam kazanıyor. Genel olarak VGSTT’nin de aynı Eczacıbaşı gibi yerli iskeletinde sıkıntıları olduğunu söylemek mümkün. Neslihan’ı kaybetmeleri de bu sıkıntıyı ayyuka çıkarttı. Şu an için VGSTT’nin Özge, Gözde ve Bahar’a güvenmekten başka bir çaresi yok gibi duruyor. VGSTT belki de FBA için ilk bölümde bahsettiğimiz hataları geçtiğimiz yıllarda yapmanın acısını çekiyor. Duygu Bal’a, Polen’e ve diğer gençlerinin gelişimine yeterince önem vermedikleri için şimdi daha sıkıntılı bir durumdalar. Belki de bu yıl iki güçlü rakibinin karşısına bu gençlerden birini hazırlıksız bir biçimde sürüp, oyuncularının bu sorumluluğu kaldırmalarını beklemek zorunda kalacaklar. Belki bu konumda yapabilecekleri en iyi şey, kadrolarına savunması ve manşeti ortalamanın çok üzerinde ama aynı zamanda bir çapraz kadar hücum gücü olan bir oyuncuyu katmak. Bu açıdan Logan Tom dedikoduları onlar için önemli olabilir. VGSTT ve ligimizin kalitesi açısından bizim için umutla beklemekten başka bir çare de yok sanırım.

* Yabani Vaziyetler

26 Mayıs 2010 Çarşamba

Sokolova ve Vatandaşlık Mevzusu - 2

Sokolova konusunda yazdığım son yazıya değişik tepkiler gelmişti. Bunlardan biri de Federasyonun yönetmeliğinin Anayasa mahkemesiyle çeliştiği ve oyuncuların yerel mahkemelerde haklarını arayabileceği yönündeydi. FIVB talimatnamesinde konuyla ilgili yeni gördüğüm bir kural var ki Sokolova ve benzer durumdaki oyuncuların neden FIVB ve Federasyon yönetmelikleri dışında hak arayamayacağını çok açık bir şekilde belirtiyor.

1.6.8.1 Local Court decisions
Decisions concerning international transfers of players (male and female) based on the laws of a country and against the rights of a foreign NF or against FIVB Constitution or transfer rules are not binding on the FIVB.
1.6.8.2 International participation Whenever a local court gives a player the right to a local license based on national law and against FIVB Regulations, the FIVB organs (including Confederations) must not grant an international license and must prevent that player from taking part in any international competitions under their authority.
1.6.8.3 Other affiliated NFs must not allow a team which has a player who has not complied with FIVB transfer rules after notice from the FIVB Secretariat to play in its territory.

Uzun uzun çevirisini yapmayacağım özet geçmek gerekirse Türkçesi şöyle:

Eğer bir oyuncu FIVB ve yerel federasyon talimatlarına aykırı bir şekilde ulusal mahkemelerden yerli statüsünde oynama hakkı kazanırsa bu oyuncuya FIVB tarafından uluslararası müsabakalar için lisans verilmez. Aynı şekile FIVB'e bağlı federasyonlar da bu oyuncuya kendi ülkeleri için geçerli lisans veremezler.

FIVB, yerel/ulusal mahkemelerin kararı beni bağlamaz, bu oyunun kurallarını ben koyarım diyor açık açık. 

Sonuç olarak Sokolova örneğindeki oyuncular için yerel mahkeme kapıları da kapanıyor bu maddeye göre. Zaten senelerdir hiçbir oyuncunun yerel mahkemelerde hakkını aramamasının veya sonuca ulaşamamasının ardında da bu madde yatıyor olmalı. Hiçbir oyuncu böyle bir şey için lisansını kaybetmeyi göze alamaz.

Kısaca Sokolova ve yerli statüde oynama konusu yönetmeliklerde bir değişiklik olmadığı sürece imkansızdır. 

22 Mayıs 2010 Cumartesi

Natalia Safronova için müzayede

Geçtiğimiz yıl geçirdiği rahatsızlığın ardından haftalarca komada kalan ve nihayet komadan çıkan ancak hala ciddi sağlık sorunlarıyla uğraşan Rus yıldız Natalia Safronova'ya yardım toplama amaçlı bir müzayede düzenleniyor Rusya'da. Müzayedede Gamova, Godina, Gioli, Valeska, Goncharova, Koshelev, Pequeno gibi voleybolcuların bu sezon giydiği formalar satışa sunulmuş. Yalnız Gamova'nın formaları bu sezona ait değil dolayısıyla aralarında Fenerbahçe forması yok. Fenerbahçe'ye bir teklif geldi mi gelmedi mi bilemiyorum ancak geçen yıl Gamova, bu sezonsa Sokolova gibi iki önemli Rus oyuncuyla sözleşme imzalayan Fenerbahçe'nin böyle bir kampanyaya destek çıkması gerekirdi diye düşünüyorum. Formaların dışında Gamova'nın kendi çizdiği bir de resim açık arttırmaya çıkarılmış. Internet üzerinden 19-26 Mayıs tarihleri arasında sürecek müzayedede en yüksek teklifi verenler bu ünlü isimlerin formalarına sahip olacaklar. Elde edilen tüm gelir Safronova için kullanılacak. Açık arttırmadaki ürünlerle ilgili link aşağıda:

http://molotok.ru/my_page.php?uid=17420532 

18 Mayıs 2010 Salı

Sokolova ve Vatandaşlık Mevzusu



Lioubov Chachkova Kılıç ya da çoğunlukla kullanılan ismiyle Sokolova'nın Fenerbahçe Acıbadem'e transferi günler önce bitti. Voleybol kamuyounun yeni tartışma konusuysa Sokolova'nın Türk olarak oynayıp oynamayacağı. Maç kadrosundaki yabancı sayısının en fazla üç olması nedeniyle bu son derece önemli bir konu. Herkes kendi kafasına göre oynar oynamaz derken resmi yönetmelikler ne diyormuş biz de ona bakalım. 

Önce FIVB'in konu hakkındaki yorumu: Son güncellenen FIVB yarışma talimatnamesi:

Naturalized players may be part of the national team of their new country, immediately following the date of issuance of the official documents (change of Federation of Origin Certificate) granting the new citizenship, only if and when they comply with the following four conditions: 

 a). if they have not previously been registered to play for another national team;
 b). if they have been proven resident in the country of their new nationality for no less than two years (up to the opening day of the competition) from the date of issuance of the official document granting the new citizenship.
 c). if such residence was not interrupted to play Volleyball in a club or national team of another country;
 d). if, during the two (2) years’ residence, the player was not protected under an International Transfer Certificate issued by his Federation of Origin.
 

Türkçe meali:

Sonradan vatandaşlığa geçirilen oyuncular gerekli resmi belgelerin teslimi ve aşağıdaki koşulların sağlanmasıyla birlikte o ülkenin milli takımında oynatılabilirler:

a.   Daha önce başka bir mili takımın müsabaka kadrosunda yer almamışlarsa,
b. Vatandaşlığın kazanılmasından itibaren iki yıldan az olmamak kaydıyla o ülkede ikamet etmişlerse,
c.  Bu ikamet süreci başka bir ülkenin kulüp veya milli takımında oynamak için kesintiye uğramamışsa,
d.  Eğer oyuncu bu iki yıllık süre içerisinde eski federasyonunun düzenlediği uluslararası transfer sertifikasının koruması altında değilse.

Sokolova'nın durumu bu yönetmelikte geçen hiçbir maddeye uymuyor çünkü:

a. Daha önce başka bir milli takımda oynadı, 

b. Türkiye'deki ikamet süreci bir yıldan fazla değil, 

c. TC vatandaşlığına başvurduktan sonra Türkiye'deki ikamet sürecini başka bir ülkenin milli ve kulüp takımında oynamak için kesintiye uğrattı,

d. TC vatandaşlığından sonra bir yıl lisanssız kaldı ve oynayamadı. İtalya'da Türk olarak görünmesine karşın lisansını sağlayan Rusya Federasyonu'ydu.

Kısacası FIVB yönetmeliğine göre Sokolova Türk statüsünde oynayamaz.

Federasyonun ne dediğine bakalım bir de. TVF Yarışma Talimatnamesi:

8.1.5.1. Türkiye 1. Liginde yer alan kulüpler, takımlarının uluslararası oyun kurallarında belirlenen (12) sporcudan kurulu resmî müsabaka kadrolarında, en çok 3 (üç) sporcu dışında kalanların ülkemiz yıldız veya genç takımlarından yetişmiş olması zorunludur. Bunlardan 1 (bir) tanesinde 31 Mayıs 1997 tarihine kadar T.C. vatandaşlığına geçmiş (T.B.M.M. Kararı ile olanlar hariç), T.C. pasaport ve nüfus kâğıdına sahip olmak şartı ile ülkemiz yıldız veya genç takımlarından yetişmiş olma zorunluluğu aranmaz. T.C. vatandaşlığına geçmiş olan sporcu, ülkemiz millî takımları müsabaka kadrosunda yer almış ise hiçbir şart aranmaz ve yerli oyuncu statüsünde kabul edilir.

Federasyonun ilgili maddesinde görüldüğü üzere Sokolova burada da hiçbir maddeyi karşılamıyor.

Vatandaşlığa  geçiş tarihi 31 Mayıs 1997'den çok sonra.

Vatandaşlığı TBMM kararıyla verilmedi.

Daha önce herhangi bir seviyede milli takımımızda oynamadı.  

Kısacası şu anki koşullar altında Sokolova'nın Türk sayılması mümkün değil. Bundan iki yıl kadar önce evlilik yoluyla vatandaşlık kazanan voleybolcuların Türk statüsünde oynamak için mahkemeye başvurduğu basında çıkmıştı ancak mahkemelerden de bu oyuncular lehine bir karar çıkmadı çünkü konunun muhattabı onlar değil, Federasyon. Kaldı ki Federasyon milli takımda oynamasına müsade etse bile FIVB yönetmeliğine göre Sokolova'nın iki yıldan önce milli takımda oynaması mümkün değil. Milli takımda oynayamadığı için Türk statüsünde sayılması da imkansız. Ayrıca Sokolova'nın hali hazırda hem önümüzdeki Dünya Şampiyonası hem de Olimpiyatlarda Rus Milli Takımı'nın formasını giymek istediğine dair görüşleri var resmi web sitesinde. Bu durumda Türk Federasyonu ve milli takımın teknik heyeti onu kadroya çağırsa bile Sokolova kendisi Türk Milli Takımı'nda oynamayı kabul eder mi üstüne bunun için iki yıl beklemeyi göze alır mı bilemiyorum.

15 Mayıs 2010 Cumartesi

Gamova üzerine...



Fenerbahçe gerçekten ilginç bir camia. Üzüntüyü de sevinci de uçlarda yaşayan bir taraftar profili var. Bunun son örneğini Gamova'nın ayrılışı sonrası şu günlerde gözlemlemek mümkün. Gamova'nın gideceği çok büyük bir sır olmamasına rağmen nedense taraftarlar üzerinde geniş çaplı bir şaşkınlık uyandırmış. Bunun bir son dakika sürprizi olmadığı aksine aylardır beklenen bir gelişme olduğunu tahmin etmek için  kahinlik yapmaya gerek yoktur sanıyorum. Taraftarın kulüpteki sporculara olaya sürekli bir taraftar zihniyetiyle bakarak gereksiz ve fazlaca anlam yüklemesinin bir sonucu bu aslında. Sporcular için bu bir hobi değil yaşamlarını idame ettirmelerine yarayan bir meslek. Bunu bir türlü anlayamıyoruz. Elbette istisnai örnekler mevcut ama genele baktığınızda profesyonel sporcular da birer meslek erbabıdır sonuçta. Kariyer tercihlerini planlarken olaylara taraftar gözüyle bakmadıkları gibi öncelikleri her zaman kendi kişisel istekleri, tercihleri ve çıkarları oluyor. Üstelik Gamova gibi ülkede sadece 1 yıl kalmış bir oyuncuya bu derece fazla bağlanmak, adeta simgeleştirmek bana ne kadar taraftar gibi bakmaya çalışsam da anlamsız geliyor. Gamova yıllarca bu kulüpte oynar sonra giderse bunun taraftar psikolojisine bu derece yansımasını kabul edebilirim fakat şu koşullarda bu kadar gürültü patırtı koparılmasını  anlamak zor.

Fenerbahçe taraftarı Gamova'nın takımda kalacağına o kadar kendini inandırmış ve şartlandırmış ki bu ayrılışı kabul etmek zor geliyor. Yaşanan hayal kırıklığıyla birlikte hemen bir suçlu arayışı başlatılmış. Bundan bir süre önce Gamova'nın gideceğini Twitter, Fenerbasket, Ekşi Sözlük gibi yerlerde yazmıştım. Bunu ilk söylediğimde aldığım alakasız tepkiler ve yapılan ithamlar bana kalsın ancak olayın gerçeğe dönüşüp Gamova'nın resmi olarak da kulüpten ayrılmasından sonra bazı insanların bunun sorumlusu olarak "Gamova'nın gideceğini" söyleyenleri göstermesi ancak akıl tutulmasıyla açıklanabilir herhalde. "Gamova veya x oyuncu başka takıma gidecek" dediğinizde sanki ona kötü oyuncu demişşiniz gibi tepki veren bir takım insanlar da var ki onlar apayrı bir araştırma ve yazı konusu olurlar.

Internet'in getirdiği göz önündelik ve fikirlerini çok daha fazla insana ulaşacak şekilde ifade edebilme kolaylığıyla birlikte insanlar forumlar, sözlükler, twitter gibi platformlarda yazdıkları her şeyin birileri tarafından takip edildiğine ve o birilerinin hayatlarını bu yazılanlara bakarak yönlendirdiğine koşulsuz bir şekilde inanır olmuşlar. Sporcular, antrenörler, menajerler burada yazılanları okuyor, onları etkiliyorsunuz, kafalarını karıştırıyorsunuz gibi gerçekçi bir dayanaktan yoksun argümanlarla eleştiriler yapılıyor. Bu camianın içerisinde aktif olarak bulunan ve profesyonel anlamda bu işi yapan kişilerin bizlerin yazdıklarından etkilendiği teorisine inanmak kendini fazla ciddiye aldığının bir göstergesi olsa gerek. Bu insanlar etraflarında olup biten, direkt içerisinde yaşadıkları bir dünyada gerçekleşen olayları bizden çok daha detaylı bir şekilde biliyorlar zaten neden tanımadıkları ve tamamen çemberin dışında olan insanların dediklerinden etkilensinler ki? Ya da bu etki tercihlerini şekillendirmelerinde ne derecede rol oynayabilir?

Gamova'nın Kazan'a transferi herhangi birilerinin gazıyla veya Türkiye'de kalmasına köstek olunmasıyla minimum seviyede bağlantılı. Rusya'ya dönmek Gamova'nın kendi kişisel tercihleri sonucunda aldığı bir karar. Fenerbahçe'ye geldiğinden bu yana gerek kulübün resmi yayın organlarına gerek dış basına verdiği her röportajda ağzından düşürmediği ülkemi özlüyorum açıklamaları da burada sorunun dış kapının mandalı kadar bile olmayan kişilerden çok Gamova'nın kendi iç dünyasıyla alakalı olduğunun  ve sezon biter bitmez ayrılacağının da bir göstergesiydi. Şu koşullarda hala kelle avcılığı peşinde koşmanın, bunun mutlaka bir sorumlusu olmalı mantığıyla hareket etmenin beyhude bir çaba olduğunu akl-ı selim sahibi her insan fark edebilir.

Gamova'nın ayrılışının ardından ağıtlar yakıladursun, bu ayrılış teknik anlamda Fenerbahçe'yi geçtiğimiz yıldan çok daha dengeli bir takım haline getirmiştir. Voleybolu izlemeye son ŞL F4'üyle başlayıp, gözünü Gamova'nın smaçlarıyla açan insanların bu oyuncuyu voleybolun Tanrıçası mertebesine çıkarmalarında şaşılacak bir durum yok. Gamova özel bir oyuncudur ve oynadığı takıma kattıkları yadsınamaz ancak voleybol dinamikleri gereği tek bir oyuncunun bireysel yetenekleriyle tüm takımın üzerine çıkıp bir şeyler başarabileceği bir spor değildir.  Voleybolda futbol, basketbol gibi sporların aksine ortadaki topun kimsenin tekeline girme ihtimali yok. Gamova da en nihayetinde Dünya'daki en kaliteli pasör çaprazlarından  ve bu oyunun en iyi oyuncularından biridir fakat hiçbir şekilde tek özel oyuncusu ve en büyük yeteneği değildir. Böyle bir iddia bu oyunun yapısıyla çelişiyor her şeyden önce. Oyuna ve takımına toplam katkıda Gamova'dan daha faydalı onlarca voleybolcu var dünyada ancak ülkedeki sonradan görme voleybol taraftarının oyuncu havuzu ve oyuna yaklaşımı çok dar bir çerçevede kaldığından sadece üç beş ismin bu sporu domine ettiği, destanlar yazdığı yargısı oluşuyor ve voleybol sadece bu süper kahramanlar etrafında konuşuluyor. Fenerbahçe'nin en büyük hedefi olan ŞL şampiyonluğunun tarihinde kupayı kazanan hiçbir takımın kadrosunda Gamova yoktu. Fenerbahçe'de olması ya da olmaması şampiyonluk için tek veya olmazsa olmaz bir şart değil. CV ölçeğinde baktığınızda dahi mesela Sokolova'nın Gamova'dan çok daha kariyerli ve aranan bir oyuncu olduğunu anlamak zor olmasa gerek. Fenerbahçe'de taraftarın Gamova'yı bu kadar ön plana çıkarıp takımın can damarı haline getirmesi diğer oyunculara da büyük saygısızlık aslında. Takımda illa birileri ön plana çıkarılmalıysa bunu en çok hak eden isimlerden biri Natasa Osmokroviç olurdu. Vakıfbank'la oynanan final serilerinde çaprazların yerini değiştirseniz Fenerbahçe yine o seri ve kupaları kazanırdı fakat Osmokroviç'i alıp en azından bir iki maç Vakıfbank'ın smaçörleriyle değiştirme şansımız olsaydı o serilerde ibrenin bir anda nasıl karşı tarafa döneceğini görebilirdik. 

Fenerbahçe Acıbadem, Gamova transferini zaten çok planlı programlı yapmış değildi bunun sonucunda  teknik ekip oyun sisteminde de bir takım değişikliklere gitmek zorunda kaldı fakat takımın diğer dişlilerinin bu oyun stili için uygun olmadığını kabul etmek gerek. Beylikdüzü gibi takımlar karşısında bile ben buradayım diyen bu zaafları bu blogda elimden geldiğince anlatmaya çalıştım. Kazanılan başarılar elbette ki takımın iyi olduğunu gösterir sonuç bağlamında fakat Fenerbahçe teknik olarak çok da doğru bir kadro yapılandırmadı. Eldeki bütçenin büyüklüğünü de hesaba katarsak bu kadro net bir şekilde evet doğru bir kadrodur diyemeyiz. Fenerbahçe Gamova'sız şu haliyle bile geçen yıldan daha iyi bir takım fakat bu yıl çok daha zor rakiplerle boy ölçüşecek. Avrupa voleybolunda ekonomik krizle birlikte iki yıldır süregelen ölü toprağı yavaş yavaş kalkıyor gibi. İtalya'da Cortese, Türkiye'de Eczacıbaşı gibi takımlar kusursuz kadrolar oluşturmak için çok ciddi bütçeler ayırmış durumdalar. Aynı şekilde Rusya'dan da sağlam yatırımlar gelecek gibi görünüyor. Fenerbahçe böyle bir ortamda geçen yılki gibi istismara açık yönlerini kapatmayı başaramazsa Gamova'nın varlığı bile takımın bu eksiklerini tolere etmeye, takımı tek başına zirveye taşımaya yetmez.  Bunu Bergamo'ya karşı oynanan final maçında bire bir tecrübe ettik.

Ülkedeki rekabetin çıtasını yükselten Fenerbahçe, bu çıtanın altında kalmamak için eksiklerini kapatmak zorunda ve bunun ilk adımı olarak da Sokolova gibi doğru bir transfere imza attılar. Bundan sonraki süreçte hem yurt içi hem yurtdışında rakiplerinin ve Fenerbahçe'nin yapacağı hamlelerle çok daha iyi bir lig izleme fırsatı bulacağız sanırım ancak çoğu taraftarda iyi oynayarak kaybedilen maçlar sonrasında bile Gamova olsaydı böyle olmazdı düşüncesi sabitliğini koruyacak, bundan hiçbir şüphem yok. Tabi aynı taraftarlar takım ŞL'de şampiyon olursa Gamova'yı hatırlamayacak bile.

10 Mayıs 2010 Pazartesi

Bireysel Servis İstatistikleri

Aroma Bayanlar Ligi 2009-10 sezonunda ortaya çıkan bireysel servis istatistiklerini aşağıdaki tablolardan görebilirsiniz. 
Resimleri büyütmek için üzerlerine tıklayınız. 
En Çok Servis Kullanan Oyuncular
(Toplam)



En Çok Servis Kullanan Oyuncular
(Set Başına)

 
 
En İstikrarlı Servis Kullanan Oyuncular


Servisten En Çok Sayı Alan Oyuncular
(Toplam)


Servisten En Çok Sayı Alan Oyuncular
(Set Başına)


En Verimli Servis Kullanan Oyuncular
(Efektif Yüzdeye Göre)

Serviste En Çok Hata Yapan Oyuncular


En Verimsiz Servis Kullanan Oyuncular

Finalden arda kalanlar



“Güneş’in Sultanları” ve “Sarı Melekler” 2009-2010 sezonunda yedinci defa karşı karşıya geldiklerinde, her iki takım da bu karşılaşmanın belki de en önemlisi olduğunun farkındaydılar. “Sultanlar” şampiyonluk adına son iddialarını ortaya koyarken, “Melekler” bu sezon için tüm hedeflerine ulaşmalarını sağlayacak bir performans gösterme amacındaydı. Final serisinin ikinci maçında sporseverlere görsel zevki ve kalitesi yüksek bir maç seyrettiren iki takımın bu maçta da kaliteli bir maç ortaya koyacakları umuluyordu. Maç beklentilerimizin aksine setlerde 3-0 gibi net bir skorlarla Fenerbahçe Acıbadem lehine sona erince, Sarı-Lacivertliler üst üste ikinci defa şampiyonluk kupasına uzandılar.

Kadınlar voleybol ligi final serisinin üçüncü maçı başlarken bir sporsever olarak en büyük dileğim, bu maçın serinin ikinci maçı kadar zevkli geçmesiydi. Bu açıdan Jan de Brandt’ın Seda yerine Alice Blom tercihini kullanmasını umuyordum. Belki tüm maçın gidişatını tek bir oyuncuya yüklemek doğru değil, ancak Seda’nın varlığının Fenerbahçe Acıbadem’in (FBA) oyununu daha dengesiz kıldığını düşünmeden edemiyorum. Alice Seda’ya göre daha vasat bir oyuncu olsa da manşette, özellikle de defansta verdiği katkıyla rallilerin uzamasına, sonuçta oyunun seyir zevkinin artmasına sebep oluyor. Jan de Brandt bizim seyir zevkimizden ziyade haklı olarak maçın sonucunu daha önemsediği ve muhtemelen galibiyet yolunda Seda’nın hücum ve özellikle blok üstünlüğüne ihtiyacı olduğunu düşündüğü için tercihini Seda’dan yana kullanmış olmalı.

Filenin öteki tarafında Guidetti, Nikoliç, Stam, Gözde üçlüsünden bu kez Stam ve Nikoliç’e yer vermiş, bu tercihe yabancı kontenjanı sorunu da eklenince ortada Maja’nın çaprazına Baharı kadroya almıştı. Antrenörlerin tercihlerine saygı gösterilmesi gerektiğine inandığımdan, bu seçim hakkında fazla yorum yapmak istemiyorum. Gene de bu seçimlerin oyunun kalitesine katkıda bulunmasının zor olduğunu düşündüğümü söylemeden de geçemeyeceğim. Kinga’nın eksikliği Vakıfbank Güneş Sigorta Türk Telekom’un (VGSTT) blok gücünü düşürdüğü gibi hücum varyasyonlarının da azalmasına yol açıyor. Debby’nin savunmaya pozitif katkısı olsa bile, Kinga’nın eksikliğinin yarattığı kalite zafiyetini kapatmaya yetmiyor. Elbette Guidetti’nin bu seçiminin benim göremediğim bir nedeni vardır.

Maç öncesi düşüncelerimizi bir yana bırakıp, maça dönelim. Maça VGSTT hızlı başladı ve iki haneli rakamlara ulaştığında FBA’ ya 6 sayılık bir üstünlük sağladı. Acaba geri dönebilecekler mi soruları akıllarda belirmeye başlarken, FBA servis serileriyle arayı kapatmaya başlamıştı bile. Bize de kadrolara bakarak öne sürdüğümüz düşük kalite kehanetinin gerçekleşmesini izlemek düştü. Daha iyi servis atanın seriler yakaladığı ya da daha kötü servis karşılayanın seriler kaybettiği bir sette takımlar 20li sayılara beraberlikle girdiler, ancak geriden gelen ve rüzgârı arkasına alan FBA seti bitirmekte zorlanmadı (22-25). Bu setin en çok dikkati çeken yönü manşet hatalarıydı, özellikle her iki takımın en güvendiği oyuncuları Nati ve Debby’nin manşette zorlandıklarını gördük. Manşetler kötü olunca, pasörler de zorlanmaya başladı, alınan olumlu manşetlerde bile hata yapmaya başladılar. Bu dönemde zor hücum eden iki takım adına sorumluluk üstlenen pasör çaprazlarından Gamova Neslihan’a göre daha az hata yapınca FBA seti kazanmasını bildi.

İkinci sette durum tam tersine dönmüş gibiydi, bu sefer kaçan FBA kovalayan VGSTT’ydi. İlk setin sonunda tartışmalı bir karara şiddetle itiraz eden ve ikinci setin başında Ümit Sokullu tarafından ciddi bir uyarı alan, bir de sarı kart gören Maja’nın konsantre olmakta güçlük çektiği görüldü. Böylece VGSTT’nin FBA’ya üstünlük sağladığı belki de tek pozisyon olan ortalar da aksamaya başladı. FBA tarafında ise oyunu Nati ve Gamova üzerinden oynamayı tercih eden Dirickx’in oyunda olması da eklenince bu sette ilk sette zaman zaman görülen hücum varyasyonlarını bile özler duruma geldik. Oyunun ikinci yarısında ilk iki maçın iyi oyuncusu Gözde’nin oyuna dâhil olması ile manşetini düzelten ve sonrasında Neslihan’ın performansıyla sayılar bulmaya başlayan VGSTT skorda dengeyi bulmayı başardı. İlk setin tam tersine bu sefer VGSTT geriden gelip seti alacak gibi duruyordu. Ancak önce Gamova, sonra Seda’nın ekstra katkısı FBA’nın krizi atlatmasına ve bu seti de kazanmasına yetti(24-26).

Maçın üçüncü seti başlarken FBA rakibinin ataklarını üst üste bloklarla durdurmanın da verdiği öz güvenle bir anda 8 sayı öne fırladı. Bu dakikadan sonra VGSTT için dönüş imkânı kalmadığını düşünüyorduk ki, sanırım aynı hisle rehavete kapılan FBA VGSTT’nin iyi bir takım olduğu gerçeğini unutma gafletinde bulundu. Bu sefer blokları yapan VGSST, manşet hatalarını yapan FBA idi. Çok geçmeden maçın skoru 13. sayıda eşitlendi. Ancak rehavetten sıyrılan FBA öncelikle iki sayı öne geçti ardından da VGSTT’nin arayı kapatmasına izin vermeden seti, maçı ve şampiyonluğu aldı (21-25).

Maçın geneline baktığımızda sık sık dile getirdiğim gibi düşük kaliteli bir maç seyrettiğimizi söyleyebilirim. VGSTT adına bu durumun sebeplerini Gizem’in muhtemelen sakatlığından ötürü tam performans gösterememesi, Nikoliç ve Debby’nin önceki maçlara nazaran savunma ve manşette daha kötü oynaması ve ortalardan gerekli verimin alınamaması olarak sayabiliriz. FBA adına ise her zamanki tekdüze oyunun ötesinde manşetlerde aksayan bir Nati vardı. Sonuç olarak daha az hata yapanın takımın kazandığını söyleyebiliriz. Oyuncular özelinde ise Gamova’nın yüksek performansı ve Seda’nın kritik anlarda sorumluluk alıp, başarılı olması maçın sonucunu belirleyen önemli faktörlerdi. Diğer tarafta ise Neslihan ve özellikle Nikoliç yeterli hücum performansını sergileyemediler.

Maçta içimizi ısıtan anlar da vardı elbette. Gamova’nın karakteri dışına çıkıp çocuklar gibi sevinmesi, Maja’nın rakip takımı rahatsız etmeyecek bir şekilde hırsını sahaya yansıtması ve maç sonu ödül seremonisinde gözleri dolan Gözde’nin Nihan ve Çiğdem tarafından teselli edilmesi bu anlardan sadece bir kaçıydı.

Ödül seremonisi deyince, bu konuya da değinmek gerekir diye düşünüyorum. Ödüllendirilen bazı oyuncuların ödülleri hak etmedikleri eleştirileri bu defa biraz yüksek sesle dile getirilince, Federasyon takdire şayan bir biçimde hemen ertesi gün ödül sahiplerinin nasıl belirlendiğine dair bir açıklama yapma zorunluluğu hissetti. Keşke bu uygulamayı erkekler finalinden sonra da yapsalardı da, aldığı sayılar toplamı en yüksek oyuncunun neden en iyi skorer seçilmediğini ya da en düşük servis verimliliğine sahip oyuncunun nasıl en iyi servis atan oyuncu seçildiğini öğrenebilseydik.

9 Mayıs 2010 Pazar

Bireysel Hücum İstatistikleri

Aroma Bayanlar Ligi 2009-10 normal sezonu sonunda ortaya çıkan bireysel hücum istatistiklerini aşağıdaki tablolarda görebilirsiniz. 
Resimleri büyütmek için üzerlerine tıklayınız.

En Skorer Oyuncular 
  

En Skorer Oyuncular
(Set Başına) 


En İyi Smaçörler 
(Hücumdan Alınan Toplam Sayıya Göre) 


En İyi Smaçörler 
(Set Başına)


En İyi Smaçörler 
(Normal Hücum Yüzdesine Göre)


En İyi Smaçörler
(Efektif Hücum Yüzdesine Göre) 


En Verimsiz Hücum Oyuncuları
(Normal Hücum Yüzdesine Göre) 


En Verimsiz Hücum Oyuncuları
(Efektif Hücum Yüzdesine Göre)

7 Mayıs 2010 Cuma

2009-10 Sezonu Takım İstatistikleri

Aroma Bayanlar Ligi'nde normal sezon sonucunda ortaya çıkan toplam rakamları aşağıdaki tablolarda görebilirsiniz. Takımların ayrıntılı ve bireysel istatistiklerini de yavaş yavaş ekleyeceğiz. Resimleri büyütmek için üzerlerine tıklayınız.

Toplam İstatistikler

Maç Başına İstatistikler

Set Başına İstatistikler

Takımların Maç Başına Sayı Dağılımları

Takımların Set Başına Sayı Dağılımları

2 Mayıs 2010 Pazar

Fenerbahçe Acıbadem 3 Vakıfbank Güneş Sigorta TT 2

Yarı hazırlık yarı angarya niteliğindeki maçlarını bitiren ligin iki ağır ablası nihayet final serisinde açılışı yaptılar. Türkiye Kupası'nda olduğu gibi yine bir takımın kaçıp diğerinin kovaladığı bir maç izledik. Bu kez kaçan Vakıfbank, kovalayan Fenerbahçe'ydi.

Türkiye Kupası finalinden sonra Vakıfbank'ın Fenerbahçe'ye karşı finalde çok ciddi sorunlar yaşatacağını ve Fenerbahçe'nin normal oyun sistemiyle devam ettiği takdirde büyük sürprizler olabileceğini belirtmiştim. Fenerbahçe'de aylardır süregelen monoton bir oyun stili olduğundan bahsediyoruz sürekli. Artık herkesin ezberlediği birbirinin aynı setler, seyir açısından da oldukça sıkıcı ve rakipler için tahmin edilebilirliği kolay bir şablonla oynuyorlar. Fenerbahçe'de hücumun ağırlık noktası Gamova ve Osmokroviç ekseninde dönüyor. Takımın zaten süregelen bir manşet zaafı da var. Böyle olunca dersine iyi çalışan takımların Fenerbahçe'yi çözmesi pek zor değil ancak ligdeki takımların kadro çapları ne kadar rakibi çözseler de uygulamaya geçişte istenen sonuçları vermiyor.

Vakıfbank kupa finalinde belli ettiği gibi Fenerbahçe'ye karşı bu maç özelinde de çok iyi hazırlanmış. Manşetlerde çok büyük sıkıntıları olan, diğer noktalarda birbirlerini hemen hemen nötrleyen iki takımın maçında serviste seriyi tutturanın büyük avantaj yakalayacağı aşikardı. Başa baş başlayan ilk sette Vakıfbank'ın ilk teknik moladan sonra tutturduğu istikrarlı ve hedefini bulan servisler burada sürekli S.O.S. veren Fenerbahçe'yi tam anlamıyla dağıtıverdi. Çok kötü bir gününde olan Osmokroviç'in manşette bu kadar sırıttığı bir maç ben hatırlamıyorum bu sezon. Servis karşılamada dibe vuran ve doğru dürüst oyun kuramayan Fenerbahçe'de ayrıca standartların çok altında bir servis performansı gördük bu bölümde. Normal şartlarda Nikolic üzerine yoğunlaşmaları gerekirken bir türlü nokta atışı yapamadılar. Nikolic'i bulduklarında da servislerin çok etkisiz kaldığını belirtmek gerek. Manşet getiremeyen, haliyle oyun kuramayan, servislerden de randıman alamayan takım oyunun kontrolünü tamamen kaybederken, hücumda da işler şansa kaldı. 

Vakıfbank'ın ilk sette hücum anlamındaki ana planı da çok net bir şekilde görüldü. Dirickx üzerinden oynamak. Dirickx'in blok zaafiyeti o kadar net ki bunu aylardır yazıyoruz, o yüzden Guidetti'nin bu planı da çok şaşırtıcı değil. Öyle ki Nikolic servis karşılıyor  Neslihan'a top atılabilecekken pasör 4'te yine Nikolic'i buluyor. Bu şekilde ilk iki set sadece Nikolic yarım düzineden fazla karbon kopya gibi sayı çıkardı Dirickx madeninden. İşin ilginç yanı Vakıfbank ilk sette net bloklardan tek bir sayı bile almadı zira Fenerbahçe hücumda o kadar kendini bilmez bir haldeydi ki bloklara ihtiyaç bile kalmadı.

 İlk set sona erdiğinde Fenerbahçe 25-13'lük skorla bu sezonun en kötü setini çıkarmıştı. Oyun olarak da ortada ne yaptığı belli olmayan, herhangi bir düzenden söz edemeyeceğimiz bir takım vardı.

İkinci set de aşağı yukarı ilk setin kopyası gibiydi. Her ne kadar oyun dengede gözükse de istediği farkı yakalayan Vakıfbank rakibinin yaklaşmasına çok izin vermeden, aynı akıllı oyunuyla seti güle oynaya bitirdi. 

Fenerbahçe'de Osmokroviç üzerine kurulan setler o kadar kendini belli ediyor ki Vakıfbank'ın yüksek blokları ve savunmada önceden çalışıldığı her halinden belli bilinçli kademeleri karşısında Nati 20/5 gibi kendi standartlarının çok altında bir hücum performansı gösterdi o ana dek. Fenerbahçe'de bir diğer silah Gamova da bugünkü kaostan payını aldı. O da 3. setin ortalarındaki değişikliklere kadar 24/11 gibi alışık olmadığımız bir yüzdeyle hücum etti. Diğer oyuncular zaten doğru dürüst top almadığından Fenerbahçe açısından sahadaki mevcut kadroda maçı döndürecek hiçbir seçenek kalmadı. Hep söylediğimiz gibi Fenerbahçe takım oyunuyla değil o gün için öne çıkan bir veya iki oyuncunun bireysel performanslarıyla sonuca gidiyor tezimiz için bu ilk iki set çok net bir örnek teşkil ediyor. Nati veya Gamova üzerinden işleyen hücum bu iki oyuncunun aynı anda oyundan düşmesiyle tüm takımın fişini çekiverdi.

Üçüncü set başladığında herkes gibi ben de Fenerbahçe açısından bir geri dönüş beklerken takım tam tersine iyice oyundan düşüverdi. Jan çözümü bloğu yükseltmede bulmuş olacak ki ikinci sette oyuna aldığı İpek'le sete başladı ancak Fenerbahçe'de çözülmesi gereken tek sorun bloklar değildi. Servis karşılama, savunma, hücum kısacası her anlamda oyundan düşmüş takımda vasat denebilecek tek nokta belki nispeten iyi görünen bloklardı ancak net bloklar iyi gözükmesine karşın Fenerbahçe bloktan top yansıtmakta büyük sorunlar yaşadı. Bloksuz veya tekli blokta vurulan toplar savunmanın tüm direncini de kırdı.

Set 10-4 olduğu sırada Jan de Brandt aylar sonra antrenör olduğunu hatırladı ve oyunu izlemektense takıma müdahale etmeye karar verdi nihayet. Lakin bu müdahale maçı kurtarmak için miydi orası tartışılır. Bu değişiklikler olduğu sırada ne benchte ne de sahadaki Fenerli oyuncular içerisinde bu maçı hala kazanabiliriz ifadesini suratlarda görebilmek pek de mümkün değildi. 

Jan'ın bu anda yaptığı Dirickx-Naz, Seda-Blom değişiklikleri Fenerbahçe'yi bir anda sezon başındaki  şablonuna geri döndürdü. Blom'un girmesi manşet ve savunmada Nati ve Nihan'ı rahatlattığı için ekstra bir doping işlevi gördü. Manşetleri biraz düzelten, savunmasını toparlayan Fenerbahçe'de Naz'ın varlığı daha dengeli top dağılımı ve rakibi şaşırtacak kombinasyonlara müsait setler getirirken, maç başından beri Dirickx üzerinden bol bol sayı çıkaran Nikolic'in önünü de tıkamış oldu. Bu noktada 11-4 gibi bir skordan geri dönmek gerçekten kolay kolay gerçekleşecek bir durum değil fakat Fenerbahçe'nin sahadaki bu altısının oyun direncini kırmak çok zor. Zira bu altı hem savunma hem hücumda ülkedeki en optimal takım hali hazırda. Dolayısıyla her türlü skordan geri dönmeyi başarabiliyorlar.

Üçüncü setteki mucizevi dönüş sonrası Guidetti dördüncü seti vermemek için elinden gelen tüm hamleleri yaptı ancak Fenerbahçe'nin minimum arızayla oynayan mevcut altısını bozabilecek opsiyonlar  elinde olmadığı için rakibini sıkıştırsa da setin elden gitmesine engel olamadı.

Son setse tam anlamıyla rollerin değiştiği bir set oldu. Fenerbahçe'de özellikle Gamova'nın servis serileri Vakıfbank'ın zaten en ufak bir sallantıda yıkılmaya müsait manşetlerini tarumar ediverdi. Günün en iyilerinden Nikolic'in de oyundan düşmesiyle Vakıfbank bu sefer ilk iki setteki Fenerbahçe gibi oynamaya başladı. Saha değişiminden itibaren açılan fark bir daha kapanmadı ve Fenerbahçe son derece kritik bu maçtan 3-2'lik skorla galip ayrılmayı başardı.

Maçın kahramanları hiç şüphesiz Fenerbahçe adına sonradan oyuna giren Naz ve Blom ikilisiydi. Bu blogda defalarca yazdığım gibi bu iki oyuncu özellikle böyle yüksek seviye maçlarda Fenerbahçe'yi bir takım hüviyetine sokan en önemli parçalar arasındalar. Blom'un servis karşılama ve savunmada üstlendiği roller Nati ve Nihan gibi Blom olmadığında takımın tüm hamallığını üstlenen iki oyuncuyu da müthiş rahatlatıyor.

Naz'ın bugün 3. sette oyuna girdiği andan sonra oluşturduğu fark da çok net. O ana dek 20/5 le hücum eden Osmokroviç bu andan sonra 16/10'la hücum etmiş. Gamova  24/11 den 20/13 e çıkmış. Blom içinse hücumda söylenecek pek bir şey yok. %62'yle hücum ettiği maç sayısı kariyerinde nadirdir herhalde hem de böylesine güçlü bir rakibe karşı. Jan takımının eğer sezon başındaki gibi savunmada sert ve diri kalmasını, manşetlerde minimum ölçüde sırıtmasını ve hücumda da dengeli şekilde oynamasını istiyorsa bu altıyı bozmamalı. Bunun dışındaki her türlü kadro dizilişi Fenerbahçe açısından risktir.

Fenerbahçe Acıbadem sezon sonunda büyük bir şok yaşamak istemiyorsa bu seride işi çok ciddi tutmalı. Karşısında oyun ne kadar negatif yöne dönerse dönsün rahatlıkla tolere edebileceği klasik rakipler yok. Her türlü zaafına karşı çalışılmış taktiklerle saldıran bir Vakıfbank var. Oyuncu kalitesi Fenerbahçe'nin ligdeki diğer rakipleriyle karşılaştırılamayacak kadar yüksek. Böylesi bir ortamda Fenerbahçe'nin 3. setin ortalarına kadar klasik şablonunun dışına çıkmaması anlaşılır gibi değil. Eğer 3. setin ortasındaki o değişiklikler olmasaydı Fenerbahçe değil maçı çevirmek, setin sonunda çift haneli rakamları bile göremezdi büyük ihtimalle. Rakip sizin en ufak açığınızdan bile yararlanmaya çalışırken yapılabilecek en mantıklı iş kalkanları kaldırıp, kılıçları çekmektir. Fenerbahçe bugün çok erken yapması gereken bu hamleleri neredeyse silah zoruyla, uçurumun kenarına geldiğinde ancak yaptı. Jan bu değişikliklerle maçı kurtarsa da antrenörlük açısından bakıldığında bugün sınıfta kalmıştır. O hamlelerin çok daha erken gelmesi gerekiyordu.

Vakıfbank, bugün Fenerbahçe'yi yenebilmek için ne yapması gerekiyorsa yaptı. Guidetti bu sezon 4 kez karşılaştığı rakibini gerçekten net bir şekilde çözmüş ancak Fenerbahçe'nin B planları devreye girince Vakıfbank'ın bunlara verebileceği bir cevap yok mevcut kadrosunda. Neslihan'ın smaç servisi bırakıp taktik servislere yönelmesi onun servis etkinliğini çok daha yukarılara çekti. Bugün hücumda ortalamanın çok altında top alması biraz tartışılabilir fakat burada Guidetti'nin hücumda Nikolic'i Dirickx'in blok zaafları üzerine yönlendirmesinin de payı büyük.  Nikolic'i de bugün servisten iyi sakladılar diyebiliriz. Gerçi Fenerbahçe mi Nikolic'i bulamadı yoksa Vakıfbank mı iyi sakladı o kısmı da yoruma açık.

Maçla ilgili bir diğer ayrıntı da iki takım oyuncularının file önünde birbirlerine bol bol laf atmaları oldu. Ayrıca Gamova ve İpek arasında kısa süreli bir gerginlik olduğunu ve araya diğer oyuncuların girdiğini de belirtmeliyim. Açıkçası böyle tansiyonu yüksek maçlar (olaylar ciddi boyutlara ulaşmadığı sürece) bana keyif veriyor yalan yok :) 

Son bir not Seda için söylemek istiyorum. Galatasaray maçlarında hasta olduğu halde oynatıldığı söylenen Seda bugün belki de en şanssız oyuncuydu. Sakatlığının üstüne zaten pozisyon değişimi yüzünden performansında yaşadığı dalgalanmaların ardından sezonun en kötü maçlarından birini çıkardı. Umuyorum Seda kendisi için sezon sonunda en doğru kararı verir.

Final serisinin ilk maçı sezon geneline bakıldığında son derece çekişmeli ve heyecanlı bir başlangıç oldu diyebiliriz. Vakıfbank tüm kozlarını ilk maçta oynamış ve rakibinden de ilk tepkilerini almış görünüyor. Serinin bundan sonrasında kupanın kime gideceğini Fenerbahçe'nin yapacağı veya yapmayacağı hamleler belirleyecektir bana göre. 

27 Nisan 2010 Salı

Yarı Finallerde İkinci Gün

Yarı finallerde ikinci günü de geride bıraktık. Aslında Fenerbahçe ve Vakıfbank'ın final öncesi hazırlık maçları desek daha doğru olur herhalde. Açıkçası ne izledim de ne yazmalıyım ben de bilmiyorum o yüzden biraz boş bir post olabilir. Neyse ki yarın muhtemelen son maçlar oynanacak her iki seride de. Bugün öğleden sonra kopardığım izinle maçları rahatça izleme fırsatı buldum ama keşke iznimi başka bir gün için kullansaymışım.

Vakıfbank-Eczacıbaşı maçı ilk maça göre biraz daha çekişmeli başlasa da Eczacıbaşı'nda oyuncular kafa olarak o kadar maçın dışındalar ki ilk setten sonra anlık periyotlar dışında yine tek taraflı bir maç izledik. Son 3 sette Eczacı'nın çift haneli rakamları görmesinde setlerin kopup gitmesiyle rakibin rahatlamasının da payı büyük. Eczacıbaşı'nın bu yıl Fenerbahçe ve Vakıfbank'a karşı oynadığı toplam 9 maçta 1 galibiyeti var. Alabildiği set sayısı da toplam 5. Geçen sene bu iki takımla oynadığı 14 maçtaysa toplam 9 galibiyet almıştı. Nereden nereye diyor insan. 

Vakıfbank maçı çok rahat almış olsa da takım içi sorunları yine ben buradayım dedi maç boyunca. Skorda Neslihan  bağımlılığı tam gaz devam ediyor. Eczacıbaşı o kadar ahım şahım servisler atmadığı halde manşet hatalarının yüksekliği dikkat çekici. Nikolic üzerinde de bu kadar ısrar etmenin artık bir anlamı yok. Şöyle bir ilk altıyla Nikolic bundan fazlasını veremez. 

Maç için söylenecek daha fazla bir not yok. Sadece iki takımın yaptığı hata sayısının çok yüksek olduğunu belirtmem gerek. Toplam 63 hata. Lise maçlarında olsa neyse de lig yarı finalinde böyle bir rakam söze gerek bırakmıyor.

Gelelim Galatasaray-Fenerbahçe maçına. Burada da yazacak, konuşacak pek bir şey bulamıyorum. Söylenecek tek bir şey var o da Fenerbahçe'nin servis antrenmanı yaptığı. Takımda servise hangi oyuncu geldiyse Galatasaray'ın ipini çekecek seriler yakaladı. Oyun bu kadar servis ağırlıklı olunca da doğal olarak doğru dürüst bir ralli bile göremedik. Galatasaray önceki maçın son setinde bir tane düzgün hücum varyasyonu kuramamıştı bugün de aynı duruma ilk sette düştüler. Skor çift haneli rakamlara geldiğinde Galatasaray'ın aldığı sayıların yanılmıyorsam tamamı rakip hatalardan gelmişti. Galatasaray'ın koca maçı tek bir net blok yapamadan bitirdiğini de belirtelim.

Fenerbahçe açısından bu sezonun genel tablosunu yansıtan bir maç izledik. Oyuncuların sık sık dile getirdiği antrenmanlarımız daha zor geçiyor serzenişine eklenecek örneklerden biri oldu bu da. Yine Vakıf-Eczacı maçında olduğu gibi bu maçta da takımların yaptığı hata sayısı bu seviye için çok yüksek. Set başına 18 hata düşüyor.

Ligimizdeki rekabetin ne kadar renksiz olduğuna bir örnek olsun diye şunu da ekleyeyim. Serie A'da çeyrek finaller bir seri hariç 3. maça uzarken bizde play-offlar başladığından bu yana uzayan tek bir seri yok. Toplam 12 maç oynandı ve bu maçların ikisi hariç hepsi 3-0 bitti. Şöyle bir ortamda ne kadar yatırım yaparsanız yapın İtalyanlarla rekabet etmek gerçekten çok zor olacak. Benim Fenerbahçe ve Vakıfbank için naçizane önerim seneye İtalyanlarla daha fazla hazırlık maçı ayarlamaları olabilir.

25 Nisan 2010 Pazar

Yarı Finallerde İlk Günün Ardından


Bugün play-off yarı finallerinde ilk maçlar tamamlandı. Beklendiği gibi iki favori de rakiplerini rahat geçtiler. Vakıfbank - Eczacıbaşı maçını çok az izleyebildiğim için fazla yorum yazamayacağım ama daha önce de dediğim gibi Eczacıbaşı'nda oyuncular kafa olarak bu sezonu bitirmişler dolayısıyla herhangi bir sürpriz yok sonuç ve skorda. Bugün izlediğim bölümlerde maçın acaip keyifsiz geçtiğini ve yarı final kalitesinin çok uzağında kaldığını da söylemeliyim. Vakıfbank son dönemdeki ortalama servisini attığı sürece Eczacıbaşı'nın bu seride hiçbir şansı yok.

Günün ikinci maçında da pek farklı bir görüntü yoktu. İkinci set dışında en ufak bir çekişmenin olmadığı kalitesiz bir maç izedik. Fenerbahçe 2. set dışında Galatasaray'a nefes bile aldırmadan seride 1-0 öne geçti. İki takım arasında kağıt üzerindeki farklar saymakla bitecek gibi değil. Fenerbahçe'nin her şeyden önce bariz bir servis üstünlüğü var. Gidişata etki edebilecek oyuncularda hem nitelik hem nicelik olarak rakibinin ilerisinde ve daha iyi servis karşılıyor. Galatasaray'ın kağıt üzerindeki bu rahatsızlıklarına bir de Elif'in anormal kötü oyunu eklenince 2. set dışında, Fenerbahçe bir antrenman seansı kadar bile yorulmadı desek yeridir.

Fenerbahçe'nin smaçör kalitesindeki üstünlüğüne rağmen top öldürmekte bazı sorunlar yaşaması ve ikinci üçüncü hücumlar kurmak zorunda kalmasıysa çok ilginç. Özellikle kötü gelen manşetlerde bu durum istatistiklere %25'lik bir hücum yüzdesi olarak yansıyor. Genel hücum yüzdelerinde de iki takım arasındaki fark maçın sonucuna göre çok az (%46-%43). Üstelik Elif'in vasata bile ulaşamadığı bu maçta Galatasaray'ın genel hücum yüzdesini bu kadar aşağılara çeken de neredeyse doğru düzgün hiçbir hücum kuramadıkları 3. setteki anormal düşük atak yüzdesi oldu. Bu sette %28'le hücum etmeseler belki de Fenerbahçe'den daha yüksek bir yüzde tutturacaklardı. Hücum yüzdelerinin bu kadar denk olduğu bir maçta Galatasaray'ı frenleyen iki şey vardı: direkt manşet ve servis hatalarıyla rakibe verilen 22 sayı. Buna net bloklardaki 13-3'lük farkı da ekleyince hücumdaki dengelere rağmen Galatasaray'ın maça ortak olabilmesi imkansız hale geldi.

Servis ve manşet hatalarını biraz daha ortalama rakamlarına çekebilen ve moral olarak oyunda kalabilen bir Galatasaray gelecek maçlardan birini galip bitirir veya tie-break'e taşırsa kimsenin şaşırmaması gerekiyor.

Fenerbahçe'de sezon başına göre hücumda değişen trendleri görmek için bu maç iyi bir gösterge olur mu bilmiyorum ama sezonun ilk haftasında oynanan maçta hücumların oyuncular arasındaki dağılımını bu maçla karşılaştırdığımızda ortaya şu yüzdeler çıkıyor:


Smaçörler
İlk Maç 
Son Maç 
 Gamova
 %22
%45
 Osmokroviç
 %29
%17
 Seda
 %10
%26
 Blom
 %17
-
 Ortalar
 Eda
 %16
%9
 Çiğdem
 %6
-
 İpek
 -
%3


Bu yüzdelerin hücumdaki başarı yüzdesi değil top dağılım oranları olduğunu tekrar belirteyim ki kafalar karışmasın. Sezon başındaki maçta Fenerbahçe'de orta oyuncular hücumda toplam %22'lik bir paya sahiptiler. Bugünse top kullanma oranları %12'ye gerilemiş ki bugün bu hücumların çoğunun maçın kopup gittiği 3. sette geldiğini ve ortaların oranını yükselttiğini de belirtelim. Ayrıca Fenerbahçe'nin ilk maçta 4 smaçörü değişmeli oynattığı için smaçörlerin hücumdaki top dağılımlarının da doğal olarak yükseldiğini göz önüne almak gerek. Yani ilk maçta 4 smaçör ve 2 orta varken, bugünkü maçta hücumlar 3 smaçör + 2 orta arasında dağıtıldı. Sezon başında hücumda 6 oyuncuya top dağıtılırken, bugün 5 oyuncuya dağıtılıyor ama ortaların hücumdaki payının yükselmesi gerekirken daha da düştüğünü görüyoruz. Yani ortaların hücum paylarındaki düşüş aslında burada gözükenden daha fazla.

Fenerbahçe açısından asıl dikkat edilmesi gereken noktaysa Gamova. Takımın Gamova'ya olan bağımlılığı neredeyse her 2 topun 1'ni kullandıracak noktaya gelmiş.  İlk maçta topların %22'sini kullanan Gamova, ilk yarının toplam istatistiklerine göre de hücumda sadece %29'luk bir paya sahipti. Takımda iyice değişen hücum alışkanlıklarıyla birlikte şu an itibariyle Gamova'nın hücumdaki kullanım oranı %45'lere çıkmış durumda. Yani Fenerbahçe'yle kıyaslanamayacak kadar zayıf atak opsiyonlarına sahip Galatasaray'da  alternatifsiz konumdaki Ivana'dan bile daha fazla top kullanıyor.

Sezon başında hücum ve skor yükünün son derece dengeli dağıldığı takımda bugün için böyle bir şeyden söz etmek mümkün değil kısacası. Fenerbahçe bugün hücumda %90'a yakın bir oranda köşelere bağımlı bir takım. Daha önceki maçlarda Çiğdem'den bile daha fazla atak yapıyor diye eleştirdiğimiz Dirickx bugün de İpek'ten daha fazla hücum yapmış. Fenerbahçe gibi elinde bu kadar bol hücum alternatifi olan bir takımda oyunun köşelere, köşelerde de büyük oranda Gamova'ya endekslenmesinin ne kadar sağlıklı bir tercih olduğu tartışılır. Üstelik sezon başında elindeki alternatifleri dengeli bir şekilde kullanabileceğini kanıtladığı halde şimdi böyle bir sisteme yönelmek bence sağlıklı bir yapı değil.

Serilerde bundan sonra ne olur sorusunun cevabı da aşağı yukarı belli zaten. Prosedür gereği oynanan bu yarı finallerin ardından asıl finali beklemeye başlayabiliriz. Eczacıbaşı ve Galatasaray bundan sonra çok anormal mücadele ederek belki bir maç alabilirler ama daha ötesine geçmeleri imkansız dersek abartmış olmayız.

20 Nisan 2010 Salı

Play-Off ilk turuna kısa bir bakış



İddaa oynayan arkadaşlarıma tavsiyem hep Aroma Bayanlar Ligi'ndeki maçlara bahis oynamalarına yönelik oluyor zira takımlar arası güç dengeleri o kadar açık ki değil sonuç, skor tahmini yapmak bile çoğu zaman mümkün. Lig ve kupada bu sezon oynanan 200'e yakın maçta beklenin aksi sonuçla bitenlerin sayısı 10'u bile geçmez sanırım. Kaba bir hesapla 10 maçta 1 kez yatma ihtimaliniz bile çok düşük. Şu an devam eden Play-Off'larda da istisnai bir sonuç çıkmadı. Yarı final hatta finalin bile adı aşağı yukarı belli sadece prosedür gereği oynanan maçlar izliyoruz.

Galatasaray - Beşiktaş Serisi:

Galatasaray beklendiği gibi seriyi 2-0'la geçti. Sadece ilk maçta zorlandılar. İlk üç sette epey efor sarfeden Beşiktaş son iki set fişi tamamen çekmiş tabi Beşiktaş'ın bu kadar etkili gözükmesinin nedeni Dilara'nın oynaması oldu. Dilara'nın bulduğu süreler sevindirici fakat kendisinin 4 numarada oynatılması akıllıca bir hamle değil. Zaten ilk üç set servisleri Dilara üzerine yıkan Beşiktaş, son iki sette onun oyundan alınmasıyla hiçbir karşı hamle yapamayarak kaderine razı gelmiş. Ivana'nın da bir rahatsızlığı varmış sanırım tam olarak ayrıntılarını bilmiyorum ama bu bile Galatasaray'ı fazla etkilemedi. Yarı finalde Galatasaray, Fenerbahçe'nin mevcut durumunu değerlendirip, maç içi iniş-çıkışlarına iyi hamlelerle cevap verebilirse seriyi uzatabilir ancak kendi zaaflarını da düşünürsek kapasitelerini baya zorlamaları gerekecek.

Eczacıbaşı Zentiva - İller Bankası Serisi:

Ufak da olsa çekişme olması beklenen bu seride Eczacıbaşı ilk maçı 3-0 alarak seride 1-0 öne geçti ve büyük bir mucize olmazsa şu sıralar oynanan maçı da kazanarak yarı finale ismini yazdıracak. Eczacıbaşı'nın voleybol adına sahada pek bir şey yaptığını söyleyemeyiz. Oyuncular kafa olarak sezonu bitirmiş adeta formalite icabı oynuyorlar fakat takımlar arası güç dengeleri o kadar uç noktalardaki bu kötü oyuna rağmen rakibinden pek direnç görmüyor. Vakıfbank'la oynayacakları yarı final serisinde favori değiller ve şanslarını epey az görüyorum.

Vakıfbank Güneş Sigorta TT - Ereğli Belediyesi Serisi:

Hiçbir çekişme beklenmeyen seride Vakıfbank ilk maçı 3-0 kazandı ve ikinci maçta da bunun değişme ihtimali pek yok. İlk maçta Vakıfbank'ın servis karşılama yüzdeleri dikkat çekici. 50 servis karşılamada sadece 6 mükemmel manşet var. Özellikle 3. sette manşetler tamamen çökmüş. Buna rağmen Ereğli'nin maça ortak olamaması da yine takımlar arası kalite farkının sonucu. Vakıfbank manşetlerdeki bu dağılmayı blok ve hücum üstünlüğüyle tolere etmiş. Yarı finalde Fenerbahçe maçlarındaki gibi servis atarlarsa Eczacıbaşı karşısında da pek zorlanmazlar ama servis karşılamadaki bu aksamalar devam ederse fazlasıyla uzun bir seri izleriz ki diğer yarı final serisi erken biterse Vakıfbank finale ulaşsa bile ciddi şekilde yıpranmış olarak çıkacaktır Fenerbahçe'nin karşısına.

Fenerbahçe Acıbadem - MKE Ankaragücü Serisi:

Bu seride de Fenerbahçe açık ara favori ve ilk maçın 2. seti dışında rakibi tarafından zorlanmadı. 2. maçta bir sürpriz olur mu? Çok zor. Ankaragücü için bu seride set almak bile başarı olur. Galatasaray'la oynanacak yarı final serisinde Fenerbahçe'nin maç vermesi büyük bir sürpriz olmaz bana kalırsa. Galatasaray, Fenerbahçe'yi o kadar zorlayabilecek mi bunlar tamamen maç günü koşullarına bağlı aksi takdirde iki takım arasındaki kadro farkı bu seriyi 3-0'da bitirir.

19 Nisan 2010 Pazartesi

Naz Aydemir konusunda içeriden bir yorum...


Fenerbahçe camiasında F4 sonrası pasör tartışmaları süre dursun geçtiğimiz günlerde bir voleybol sitesinde yazılan bir yazıya yapılan yoruma cevap olarak Hamide Koyuncuoğlu'nun sessiz sedasız bir yorumu yayınlandı ancak yorumun yapıldığı yazı kıyıda köşede kaldığı için yorumda bahsedilenler pek dikkat çekmedi sanıyorum. Hamide Koyuncuoğlu kim diye merak eden varsa Naz Aydemir'in resmi sitesinin webmaster'ı olduğunu belirteyim. Onca gereksiz insanın lakırdaları arasında kaynayan fakat ciddi anlamda pek az kişinin bildiği kritik tespitlerin yer aldığı bir yorum yapmak zorunda hissetmiş kendisini. Yazara cevap verirken satır aralarında anlatılanlar benim zaten uzun zamandır bildiğim şeyler fakat Naz ekseninde seyreden pasör tartışmalarında çoğu insan burada bahsi geçen faktörlerden bihaber vaziyette çok düz mantık eleştiriler getiriyor.

Yaşananlara biraz da olaylara bize göre daha yakın olan  birinin penceresinden bakmak ve daha sağlıklı yorumlar getirebilmek için okumakta fayda olduğunu düşünüyorum. Bu nedenle bu yorumu okumayı kolaylaştırsın diye paragraflara ayırmak dışında noktasına bile dokunmadan olduğu gibi buraya aktarıyorum. Yorum okunurken; bu yazının sitede yer alan başka bir yoruma yanıt niteliğinde olduğu da dikkate alınmalı. Yorumun yayınlandığı linki aşağıda bulabilirsiniz. 

Sayın Arslan, Yorumlarınızın büyük bölümüne katılmakla birlikte, Naz hakkındaki fikirlerinize katılmadığımı, hatta acımasızca bulduğumu söylemek isterim. Elbette ki herkes istediği gibi düşünme ve fikirlerini istediği gibi açıklama hakkına sahiptir. Ancak yorumunuzdaki ifadelerden, bazı detayları bilememe ya da atlamış olma ihtimaliniz nedeniyle Naz hakkında oldukça yanlış sonuçlara vardığınızı düşündüğümden –ve benzer yorumlar bu aralar sıkça yapıldığından-, bu konuda bir açıklama yapma zorunluluğu hissettim. 

Öncelikle "FBA'ya gelerek İtalyandan kurtuldu …. derken" şeklindeki ifadenizden Naz Eczacıbaşı'nda oynarken temel sorunun antrenörden kaynaklandığı konusunda hem fikir olduğumuzu görüyorum. 

Sezon başında pek çok kişi gibi ben de iyi niyetle Jan'la ve transfer edilen diğer oyuncularla çalışmanın Naz'a çok şeyler katacağını; sonunda kendi kabiliyetlerini sergileyebileceği bir takım bulduğunu düşünmüştüm. O zamanlar yapılan pasör spekülasyonlarını da hiç ciddiye almamıştım; ancak zaman geçtikçe görüldü ki senaryo baştan belliymiş. Yorumunuzdan voleybolu yakından takip ettiğiniz anlaşılmakla birlikte, eksik kalan bazı detaylar yüzünden çok da doğru olmayan sonuçlara vardığınızı görüyorum. En azında işi nedeniyle bu süreci yakından takip eden biri olarak, eksik noktaları size ve benzer eleştiriler yapan voleybolseverlere hatırlatmak isterim. 

Sezon başına dönersek; sezona Naz'la başlandı; çünkü Seda sakattı ve mecburen Naz'la oynanması gerekiyordu. (Daha sonra gelişen süreçle bu sonuca vardım.) Ankara'daki Türkiye Kupası dahil oynanan maçlarda Naz'ın performansı gayet iyiydi; hatta Türkiye Kupasının ilk iki seti bence FBA'nın bu sene oynadığı en iyi oyundu. Bu dönemde Naz'ın performansının kötü olduğunu, takımı (veya Gamova’yı) oynatamadığını söylemek mümkün değil. O halde Dirickx nasıl oldu da takımın birinci pasörü haline geldi? İşte bundan sonrasını hatırlatmakta büyük fayda görüyorum; çünkü bundan sonra, sanıldığının aksine Naz'ın performansında düşüş olduğu için değil; Ankara’da yaşadığı hafif bir sakatlık nedeniyle Dirickx'le oynanmaya başlandı. Doğrusunu söylemek gerekirse, Naz'ın ve Dirickx’in o dönemki performansları değerlendirildiğinde Dirickx ancak böyle bir sakatlık nedeniyle oynama şansı bulabilirdi ki, bu şans da karşısına çıktı. Sonrasında Seda’nın sakatlığının da düzelmesiyle Naz'ın ilk altı olarak çıktığı maçların hepsi formalite maçı veya mecburiyetten başlatıldığı 1-2 ciddi maç. Dolayısıyla, "Naz öğrenmeyi ve voleyboluna katkı yapmayı bıraktı havasında" ifadenizin gerekçesini anlamak mümkün değil. Naz’ın voleyboluna katkı yapacak ortamda bulunma şansı zaten pek olmadı. Olsa olsa Naz'ın oynatıldığı formalite niteliğindeki, hiçbir oyuncunun kendini oyuna vermediği birkaç maçı izleyerek bu sonuca varmış olabilirsiniz ki, tanımadığınız bir oyuncu hakkında sadece bu tür maçları izleyerek, onun yaptığı işe yaklaşımına veya profesyonelliğine, dolayısıyla kişiliğine ilişkin böyle bir sonuca varmak bana göre büyük haksızlıktır. 

Öyle ki, Naz tüm bunlara rağmen şans verildiğinde takımı için en iyisini yapmak için büyük gayret sarfeden gerçek bir profesyoneldir. Bunun en iyi örneği Dinamo maçında takım ilk sette mağlupken oyuna girip maçı çevirmesidir; ancak bu başarı bile ona sadece bir sonraki maçın 3. setinde 4 sayı geriye düşecek kadar kredi kazandırmıştır. Bu olay belki de takımın yedek pasörü olduğunun bir çeşit ilanıydı. 

Şahsi kanaatim her ne kadar oynamak isteyen bir oyuncu olsa da, Naz için yedek kalmanın sorun teşkil etmeyeceği. Daha önce belirttiğim gibi Naz gerçek bir profesyonel ve takım oyuncusu; bunun bir diğer kanıtı da Final Four maçında bütün olanlara rağmen Dirickx'in yanına gidip maçın gidişatıyla ilgili kendisiyle konuşmasıdır. Şimdi "bütün olanlara rağmen" ne demek, bunu açıklayayım. Sadece daha önce Ligde şampiyonluğa oynamış, defalarca şampiyon olmuş bir takımın değil, aynı zamanda Milli Takımın da pasörü olan ve her iki kulvarda da bir çok başarıya imza atarak kendini kanıtlamış bir pasör düşünün; sizce bu oyuncunun garanti kazanılacak ilk setin yeterli olduğu maçlarda bile ilk setten sonra oyuna alınmasının nasıl bir açıklaması olabilir? 

Bir taraftan Final Four maçlarında durumu düzeltsin diye sığındığınız bir oyuncu iken, diğer tarafta maç garantilendikten sonra oynatarak güvensizliğinizi ilan etmek kendi içinde çelişki ve oyuncuya karşı bir nevi hakaret değil midir? Naz hakkında olumsuz eleştiri yaparken sanırım kimse bunları dikkate almıyor. 

Naz'ın pas kalitesi iyi ama pasların nereye gideceği çok belli demişsiniz. Haklısınız Naz'ın pasları gerçekten iyi; ancak Naz smaçörler için oynaması zor bir pasör. Ne yapacağını tahmin etmesi zor bir pasör; çünkü ezbere bir oyun oynamıyor, rakibe göre hücumda çeşitlilik sağlamaya çalışıyor. Bunu başarabilmek için ise süreklilik gerekli ve süreklilik olmadığı zaman atılan beklenmedik toplara oyuncular zaten girmiyor bunu da defalarca gördük. Dolayısıyla zaman zaman kendi takım arkadaşları bile öngöremez ve beklemezken antrenörün istediği oyun dışında Naz'ın paslarının nereye gideceğinin bilindiği eleştirisini doğru bulmuyorum. 

Diğer taraftan, Naz’ın yurtdışında imkan araması konusunda ise sizle hem fikiriz ama siz de eminim biliyorsunuzdur ki 22 yaşına kadar oyuncuların kulübün izni olmadan transfer yapma şansı yok. Dolayısıyla İtalya'da ya da bir başka yerde şans aramak bu noktada Naz'ın elinde değil. Saygılarımla H. Koyuncuoğlu (nazaydemir.com webmasteri)

Yazının kaynağı:
 www.voleybolmagazin.com

18 Nisan 2010 Pazar

Gamova Polonya Medyasında...


Son dönemde voleybol gündemini en çok meşgul eden konulardan biri Gamova'nın önümüzdeki yıl da Fenerbahçe'de kalıp kalmayacağı. Bizim medyada son günlerde Fenerbahçe'de kalacağı haberlerini okuduk sıklıkla. Gamova'nın seneye nerede oynayacağı sadece bizim değil dış basınının da epey merak ettiği bir konu. Doğal olarak Avrupa basınında da bununla ilgili haberler çıkmaya devam ediyor. Bu haberlerden en yenisi Avrupa'nın sayılı voleybol ülkelerinden biri olan ve çok ciddi bir voleybol medyasına sahip Polonya'dan geldi.  

S24.pl sitesinde yer alan ve direkt Gamova'nın ağzından yazılmış kısa bir habere göre Gamova Türkiye'de kalacağı yönünde çıkan haberleri yalanlamış ve henüz herhangi bir karar vermediğini belirtmiş. Gamova aynı haberde şu an transferini değil sadece play-off maçlarını düşündüğünü ve transfer konusundaki kararını sezon sonunda vereceğini de eklemiş.

Haberin linki aşağıda.

http://s24.pl/gamova_nie_podjela_decyzji-s72514.html

16 Nisan 2010 Cuma

Voleybolda seviye tartışmaları...


Son günlerde ilginç olaylar yaşıyoruz voleybol dünyasında. Hayır seviyesizlikten kastım son Türkiye Kupası Finali'nde oyuncular arası diyaloglar değil kesinlikle. Bunlar gayet normal şeyler tabi geçen yılki gibi Gözde'nin Mirka'ya hareket çekmesi boyutuna gelmediği sürece.

Benim değinmek istediğim iki tane ayrı örnek var. Birincisi Galatasaray Voleybol Şube Sorumlusu Orkun Darnel'in geçtiğimiz hafta Twitter'da Frauke Dirickx için kullandığı ezik tabiri. 

Orkun Darnel Galatasaray Kulübü'ndeki görevi dışında bildiğiniz ya da bilmediğiniz gibi pek çok oyuncu ve antrenörün menejeri. Tek tek isim saymayacağım ama Fenerbahçe Acıbadem'in hem oyuncu hem teknik kadrosunun yarısı da onun ortağı olduğu menejerlik şirketine bağlılar. Bu yıl Galatasaray voleyboldaki yeniden yapılanma sürecini Darnel'in ellerine teslim etti ancak bunun kendi adıma  büyük bir hata olduğunu söylemeliyim. Zaten o da bu süreçte kendi takımında yaptıklarıyla değil Fenerbahçe'yle ilgili açıklamalarıyla gündeme geliyor daha çok. Önce Naz transferi konusunda hiç üstüne vazife olmayan açıklamalar yaptı. Ben daha Violet Duca'nın kalkıp da bir taraftar forumunda Galatasaray'ın yaptığı transferlerle ilgili atıp tuttuğunu görmedim. Darnel'in Naz örneğine benzer değişik açıklamaları da var ama en son Twitter'da kırdığı pot yenilir yutulur cinsten değil. Galatasaray gibi bir kulüpte resmi sıfatla görev alan bir yöneticinin rakip takımın bir oyuncusu hakkında ezik tabiri kullanması, üstelik bunu herkesin görebileceği bir yerde yapması büyük bir saygısızlıktır. Orkun Darnel ilgi çekmeyi seven biri ama rakibiyle uğraşmayı bırakıp asıl işini yapsa çok daha iyi olur.


 
Bir diğer benzer vukuat da karşı kıyıdan geldi. Eda Erdem Fenerbahçe TV'deki canlı yayın programında Piccinini ve Bergamo Teknik Direktörü'ne karşı söylememesi gereken tabirler kullandı. Piccinini için direkt çirkef dedi ki bunu arkadaş muhabbetlerinde söylersiniz ancak binlerce insanın izlediği bir canlı yayın programında bu kadar da ölçüsüz davranılmaz. Piccinini sporcu olarak yetenekleri ve kariyeri tartışılmayacak bir oyuncudur. Kişilik olarak bizim basında yansıtıldığı gibi sahada vukuatlı bir oyuncu da değil, gayet iyi bir profesyonel. Özel hayatında modellik yapması falan tamamen kendisini bağlayan şeyler. Zaten Piccinini'nin kişiliğiyle ilgili konularda bu tarzda yorumlar yapmak Eda'ya düşmez. Kaldı ki Fenerbahçe yarın öbür gün Piccinini'yi transfer etse hem Eda hem de onun bu açıklamalarına alkış tutan Fenerbahçe taraftarı bu sözlerini ne yapacaklar? Eda her şeyden önce bir milli takım oyuncusu olarak nerede ne söyleceğine ve söylediklerinin nerelere gideceğine çok daha fazla dikkat etmeli.

Son 15 günde hem erkek hem bayanlarda birbirinden kaliteli bir sürü maç izleme fırsatı bulduk ancak bu güzellikleri konuşmak dururken oyuncu ve menejerlerin rakipleri hakkında hakarete varan tabirler kullanması gerçekten rahatsız edici bir durum. Umuyorum şu anda münferit gibi gözüken bu tarz olaylar önümüzdeki sezonlarda sıradan hale gelmez.