27 Mayıs 2010 Perşembe

Transfer Harekâtı


Türkiye Kadınlar Voleybol Ligi 2009-2010 sezonunun bittiğini ilan eden düdükle taraftarları belki de sezonun genelinden daha çok ilgilendiren bir döneme, transfer sezonuna girdik. Taraftarlar forumlarda transfer dualarına çıka dursun, spora tuttuğu takımın renginden oluşan gözlüklerle bakmayanlar bu dönemde transfer stratejilerini anlamaya çalışarak takımların gelecekleri üzerine beyin fırtınaları estiriyorlar. Biz de, voleybol liginin konuşulmaya değer ‘diğerlerini’ üzülerek bir yana bırakarak, gözlerimizi öncelikle ağır ablalar kontenjanından imtiyazlı üç takıma çevirdik.


Aslında bu yazıyı takımlar iyice şekillendikten sonra yazmayı istemiştim. Ancak FBA’nın -ayyuka çıkan haberler ve resmi açıklamalar ışığında görünen- transfer stratejisi beni o kadar afallattı ki, içimden geçenleri paylaşmak için transfer sezonunun devamını beklemek zor geldi. Yazının şu anda yazılma sebebi olduğu için önceliği ve en uzun bölümü FBA’ya ayırdım. Bir voleybolsever olarak bu yıl FBA’dan beklentim geçen yıl belki mecburiyetten, belki de Gamova’nın cazibesine kapılarak yaptıkları transferlerin sonucunda kurulan çok kuvvetli ama dengesiz kadrosunu 2-3 nokta transferle gene kuvvetli ama biraz daha dengeli bir hale getirmesiydi. Gamova’nın ayrılışı ile bu yolda büyük de bir şans doğmuştu. Sokolova gibi bir oyuncunun gelmesi de bu yolda gidildiğine dair bir umut vermişti bana. Ancak sonrasında piyasaya düşen dedikodularla benim umutlarım gitgide azalmaya başladı.

Mehmet Ali Aydınlar Sokolova’nın imza töreninde FBA’nın bu yıl CEV CL’de kupayı kaldırmayı hedeflediğini ve bu hedef doğrultusunda kadrolarında 5-6 yabancı bulunduracaklarını açıkladı. Buraya kadar benim için çok büyük bir sorun yoktu, ancak M.Ali Aydınlar’ın zamanında gerekirse Türkiye için farklı, Avrupa için farklı takım kurarım dediği bana aktarılınca ve gelecek oyuncuların dünya yıldızları olacağı söylenince başımdan aşağı kaynar sular döküldü. Belli ki M. A. Aydınlar Avrupa Şampiyonluğu konusunda çok hevesli, yalnız bunun tek yönteminin biri yıldızlarla dolu iki farklı takım kurmak olduğunu düşünüyorsa, birilerinin kendisini uyarması gerekir. Özellikle de kendisinin de sık sık dile getirdiği kalıcı başarıyı sağlamanın yolunun bu olmadığı çok aşikâr. Burada yabancı oyuncu mu, yerli oyuncu mu tartışmasına girmek istemiyorum. Sizlere sadece Dağhan Irak’ın bu konu hakkındaki yazısını okumanızı tavsiye edebilirim.* Benim için şu aşamada önemli olan FBA’nın stratejisi. Geçtiğimiz sezonun başarılı takımı FBA, daha da başarılı olmak yolunda 4-5 yıldız oyuncuyu kadrosuna katmayı seçmiş gibi duruyor. Bu tip yabancı transfere dayalı takımların uzun vadeli bir devamlılık sağlamadığını gerek tarihi gerek güncel örneklerden (Murcia, Tenerife, Novara, Volero, Telekom, Vakıfbank) görebilmek mümkün. Hele ki bunu iki ayrı altı kurar Avrupa'da biriyle, Türkiye'de diğeriyle oynarız noktasına taşımak o takımın kendi iç dengeleri açısından hatalı bir yaklaşım.

Voleybolda kontratlar genelde sezonluk hatta dönemlik yapılır. Özellikle yıldız lejyonerlerin iki sezonu aynı takımda geçirdiğini görmek çok sık rastlanır bir durum değildir. Bunun sonucunda da bir takımın kadrosunda değişmeyen takımların genç ve yetenekli oyuncularıdır. Türkiye özelinde yabancı kontenjanını da denkleme eklersek, kalıcı olanlar yerlilerdir. FBA zaten Eda, Seda, Naz gibi yakın dönem jenerasyonu içerisinde en yetenekli üç yerli oyuncuyu kadrosunda bulunduruyor. Bu durumda uygulanması gereken strateji bu üç oyuncu ile takımın iskeletini oluşturup, takımı gerekirse yabancı yıldızlarla tamamlamak olmalı. Bu üçlüyü bozmadığınız sürece, yerlilerle kapatamadığını açıklarınızı yabancılarla kapatmanız kimseyi rahatsız etmez. Ancak FBA bu oyuncuları Avrupa için yeterli görmemeye devam ederse, geçtiğimiz yılki yapılanma yüzünden her bakımdan geriye doğru bir gidiş sergiledikleri de düşünüldüğünde, korkarım bu oyuncular FBA’nın iskeletini oluşturmak bir yana, gitgide sıradanlaşacaklar. İşte o zaman FBA önümüzdeki 10 yılı kurtarma noktasından, sadece pahalı yabancı transferlere başarı kovaladığı bir noktaya gelecek. Bilmem voleybol mezarının bu tip kulüplerle dolu olduğunu bir daha hatırlatmama gerek var mı?

Rotasyon uygulanarak genç oyuncuların gelişiminin durmayacağı gibi naif bir düşünce ile bu stratejiyi savunmaya kalkmak da çok zor. Voleybol oyuncu değişimindeki kurallar sonucu maç içerisinde rotasyon uygulamaya açık bir spor dalı değil. Maçtan maça kadro değiştirmek de bir çözüm olamaz. Birçok spor dalında olduğu gibi takımı oluşturan bireyler de olsa, takımın başarısı ne kadar “takım” oldukları ile alakalı bir durum. Her maça farklı bir kadro ile çıkmakla, her maçı aynı kadro ile oynayan takımlar karşısında dezavantajlı bir duruma geleceğinizi görmek çok zor olmasa gerek. Eğer takım yöneticileri de bu düşüncedeyse, bir voleybol forumunda İtalyan bir arkadaşın belirttiği gibi, FBA (en azından Avrupa’da) başarısız olmanın en afili ve pahalı yöntemini bulmaya çalışıyor sanırım.

FBA’da işler böyleyken, Eczacıbaşı geçen yılı boşa geçirmenin verdiği hırsla transfere hızlı başladı. Eczacıbaşı için de FBA için söylediklerimizi bir yere kadar söylemek mümkün. Elindeki potansiyeli yüksek yerlilerle yıllardır sağlam bir iskelet oluşturamadılar. Ancak bu konuda onları mazur görmek daha mümkün. Öncelikle Naz’ı kaybetmeleri ardından da şans verilen yerlilerin bir türlü isteneni verememesi bir bakıma onların şansızlığı olarak görülebilir. Ellerinde güvenebilecekleri bir yerli iskeleti olmadığından, önceliği yerli transferine verdiler. Yerlilerin en iyisi Neslihan’ı ve en iyi pasörlerinden Elif’i kadrolarına kattılar. Belki de bu noktada eleştirilebilecek tek durum Mirka ile yollarını ayırmama kararları oldu. Mirka’nın smaçöre çekilmesi manşet / savunma problemine yol açabilir, mutlaka iyi bir manşetçi /savunmacı almalılar diye düşünürken, Del Core gibi defansı ve servis karşılamasıyla ünlü bir smaçörü ikna ederek, kadrolarını güçlendirdiler. Orta oyuncuları yetersiz derken de Barazza’yı aldılar. Bizim buradan gördüğümüz kadarıyla Eczacıbaşı genel de olduğu gibi bu yıl da düzgün bir strateji izlerken, bu sefer aldıkları oyuncuların kalitesiyle de başarılı bir transfer dönemi geçiriyor. Bütün bu olumlu gelişmelere rağmen zayıf yönleri olmadığını söylemek mümkün değil, ancak şu ana kadar izledikleri strateji yapılacak yerli / yabancı 1-2 nokta transferle zayıf noktalarını minimuma indireceklerini düşündürüyor bana. Eczacıbaşı’nın şu an için en zayıf karnı pasör pozisyonu gibi duruyor. Bakalım bu konuda Eczacıbaşı’nın bir sonraki adımı ne olacak. Elif’e güvenip bu pozisyon için Asuman dışında bir alternatif düşünmezlerse, haddim olmadan Eczacıbaşı’nın yeni günah keçisinin kim olacağının şimdiden belli olduğu kehanetinde bulunabilirim.

VGSTT ise transferin suskun ismi olma konusunda ısrarını sürdürmekte. Neslihan’ı kaybettikten sonra yeni transferlerini açıklamalarını boş yere bekleyip durduk. VGSTT’nin idari sorunlarla boğuştuğu dedikoduları bu noktada daha fazla anlam kazanıyor. Genel olarak VGSTT’nin de aynı Eczacıbaşı gibi yerli iskeletinde sıkıntıları olduğunu söylemek mümkün. Neslihan’ı kaybetmeleri de bu sıkıntıyı ayyuka çıkarttı. Şu an için VGSTT’nin Özge, Gözde ve Bahar’a güvenmekten başka bir çaresi yok gibi duruyor. VGSTT belki de FBA için ilk bölümde bahsettiğimiz hataları geçtiğimiz yıllarda yapmanın acısını çekiyor. Duygu Bal’a, Polen’e ve diğer gençlerinin gelişimine yeterince önem vermedikleri için şimdi daha sıkıntılı bir durumdalar. Belki de bu yıl iki güçlü rakibinin karşısına bu gençlerden birini hazırlıksız bir biçimde sürüp, oyuncularının bu sorumluluğu kaldırmalarını beklemek zorunda kalacaklar. Belki bu konumda yapabilecekleri en iyi şey, kadrolarına savunması ve manşeti ortalamanın çok üzerinde ama aynı zamanda bir çapraz kadar hücum gücü olan bir oyuncuyu katmak. Bu açıdan Logan Tom dedikoduları onlar için önemli olabilir. VGSTT ve ligimizin kalitesi açısından bizim için umutla beklemekten başka bir çare de yok sanırım.

* Yabani Vaziyetler

Hiç yorum yok: