27 Nisan 2010 Salı

Yarı Finallerde İkinci Gün

Yarı finallerde ikinci günü de geride bıraktık. Aslında Fenerbahçe ve Vakıfbank'ın final öncesi hazırlık maçları desek daha doğru olur herhalde. Açıkçası ne izledim de ne yazmalıyım ben de bilmiyorum o yüzden biraz boş bir post olabilir. Neyse ki yarın muhtemelen son maçlar oynanacak her iki seride de. Bugün öğleden sonra kopardığım izinle maçları rahatça izleme fırsatı buldum ama keşke iznimi başka bir gün için kullansaymışım.

Vakıfbank-Eczacıbaşı maçı ilk maça göre biraz daha çekişmeli başlasa da Eczacıbaşı'nda oyuncular kafa olarak o kadar maçın dışındalar ki ilk setten sonra anlık periyotlar dışında yine tek taraflı bir maç izledik. Son 3 sette Eczacı'nın çift haneli rakamları görmesinde setlerin kopup gitmesiyle rakibin rahatlamasının da payı büyük. Eczacıbaşı'nın bu yıl Fenerbahçe ve Vakıfbank'a karşı oynadığı toplam 9 maçta 1 galibiyeti var. Alabildiği set sayısı da toplam 5. Geçen sene bu iki takımla oynadığı 14 maçtaysa toplam 9 galibiyet almıştı. Nereden nereye diyor insan. 

Vakıfbank maçı çok rahat almış olsa da takım içi sorunları yine ben buradayım dedi maç boyunca. Skorda Neslihan  bağımlılığı tam gaz devam ediyor. Eczacıbaşı o kadar ahım şahım servisler atmadığı halde manşet hatalarının yüksekliği dikkat çekici. Nikolic üzerinde de bu kadar ısrar etmenin artık bir anlamı yok. Şöyle bir ilk altıyla Nikolic bundan fazlasını veremez. 

Maç için söylenecek daha fazla bir not yok. Sadece iki takımın yaptığı hata sayısının çok yüksek olduğunu belirtmem gerek. Toplam 63 hata. Lise maçlarında olsa neyse de lig yarı finalinde böyle bir rakam söze gerek bırakmıyor.

Gelelim Galatasaray-Fenerbahçe maçına. Burada da yazacak, konuşacak pek bir şey bulamıyorum. Söylenecek tek bir şey var o da Fenerbahçe'nin servis antrenmanı yaptığı. Takımda servise hangi oyuncu geldiyse Galatasaray'ın ipini çekecek seriler yakaladı. Oyun bu kadar servis ağırlıklı olunca da doğal olarak doğru dürüst bir ralli bile göremedik. Galatasaray önceki maçın son setinde bir tane düzgün hücum varyasyonu kuramamıştı bugün de aynı duruma ilk sette düştüler. Skor çift haneli rakamlara geldiğinde Galatasaray'ın aldığı sayıların yanılmıyorsam tamamı rakip hatalardan gelmişti. Galatasaray'ın koca maçı tek bir net blok yapamadan bitirdiğini de belirtelim.

Fenerbahçe açısından bu sezonun genel tablosunu yansıtan bir maç izledik. Oyuncuların sık sık dile getirdiği antrenmanlarımız daha zor geçiyor serzenişine eklenecek örneklerden biri oldu bu da. Yine Vakıf-Eczacı maçında olduğu gibi bu maçta da takımların yaptığı hata sayısı bu seviye için çok yüksek. Set başına 18 hata düşüyor.

Ligimizdeki rekabetin ne kadar renksiz olduğuna bir örnek olsun diye şunu da ekleyeyim. Serie A'da çeyrek finaller bir seri hariç 3. maça uzarken bizde play-offlar başladığından bu yana uzayan tek bir seri yok. Toplam 12 maç oynandı ve bu maçların ikisi hariç hepsi 3-0 bitti. Şöyle bir ortamda ne kadar yatırım yaparsanız yapın İtalyanlarla rekabet etmek gerçekten çok zor olacak. Benim Fenerbahçe ve Vakıfbank için naçizane önerim seneye İtalyanlarla daha fazla hazırlık maçı ayarlamaları olabilir.

25 Nisan 2010 Pazar

Yarı Finallerde İlk Günün Ardından


Bugün play-off yarı finallerinde ilk maçlar tamamlandı. Beklendiği gibi iki favori de rakiplerini rahat geçtiler. Vakıfbank - Eczacıbaşı maçını çok az izleyebildiğim için fazla yorum yazamayacağım ama daha önce de dediğim gibi Eczacıbaşı'nda oyuncular kafa olarak bu sezonu bitirmişler dolayısıyla herhangi bir sürpriz yok sonuç ve skorda. Bugün izlediğim bölümlerde maçın acaip keyifsiz geçtiğini ve yarı final kalitesinin çok uzağında kaldığını da söylemeliyim. Vakıfbank son dönemdeki ortalama servisini attığı sürece Eczacıbaşı'nın bu seride hiçbir şansı yok.

Günün ikinci maçında da pek farklı bir görüntü yoktu. İkinci set dışında en ufak bir çekişmenin olmadığı kalitesiz bir maç izedik. Fenerbahçe 2. set dışında Galatasaray'a nefes bile aldırmadan seride 1-0 öne geçti. İki takım arasında kağıt üzerindeki farklar saymakla bitecek gibi değil. Fenerbahçe'nin her şeyden önce bariz bir servis üstünlüğü var. Gidişata etki edebilecek oyuncularda hem nitelik hem nicelik olarak rakibinin ilerisinde ve daha iyi servis karşılıyor. Galatasaray'ın kağıt üzerindeki bu rahatsızlıklarına bir de Elif'in anormal kötü oyunu eklenince 2. set dışında, Fenerbahçe bir antrenman seansı kadar bile yorulmadı desek yeridir.

Fenerbahçe'nin smaçör kalitesindeki üstünlüğüne rağmen top öldürmekte bazı sorunlar yaşaması ve ikinci üçüncü hücumlar kurmak zorunda kalmasıysa çok ilginç. Özellikle kötü gelen manşetlerde bu durum istatistiklere %25'lik bir hücum yüzdesi olarak yansıyor. Genel hücum yüzdelerinde de iki takım arasındaki fark maçın sonucuna göre çok az (%46-%43). Üstelik Elif'in vasata bile ulaşamadığı bu maçta Galatasaray'ın genel hücum yüzdesini bu kadar aşağılara çeken de neredeyse doğru düzgün hiçbir hücum kuramadıkları 3. setteki anormal düşük atak yüzdesi oldu. Bu sette %28'le hücum etmeseler belki de Fenerbahçe'den daha yüksek bir yüzde tutturacaklardı. Hücum yüzdelerinin bu kadar denk olduğu bir maçta Galatasaray'ı frenleyen iki şey vardı: direkt manşet ve servis hatalarıyla rakibe verilen 22 sayı. Buna net bloklardaki 13-3'lük farkı da ekleyince hücumdaki dengelere rağmen Galatasaray'ın maça ortak olabilmesi imkansız hale geldi.

Servis ve manşet hatalarını biraz daha ortalama rakamlarına çekebilen ve moral olarak oyunda kalabilen bir Galatasaray gelecek maçlardan birini galip bitirir veya tie-break'e taşırsa kimsenin şaşırmaması gerekiyor.

Fenerbahçe'de sezon başına göre hücumda değişen trendleri görmek için bu maç iyi bir gösterge olur mu bilmiyorum ama sezonun ilk haftasında oynanan maçta hücumların oyuncular arasındaki dağılımını bu maçla karşılaştırdığımızda ortaya şu yüzdeler çıkıyor:


Smaçörler
İlk Maç 
Son Maç 
 Gamova
 %22
%45
 Osmokroviç
 %29
%17
 Seda
 %10
%26
 Blom
 %17
-
 Ortalar
 Eda
 %16
%9
 Çiğdem
 %6
-
 İpek
 -
%3


Bu yüzdelerin hücumdaki başarı yüzdesi değil top dağılım oranları olduğunu tekrar belirteyim ki kafalar karışmasın. Sezon başındaki maçta Fenerbahçe'de orta oyuncular hücumda toplam %22'lik bir paya sahiptiler. Bugünse top kullanma oranları %12'ye gerilemiş ki bugün bu hücumların çoğunun maçın kopup gittiği 3. sette geldiğini ve ortaların oranını yükselttiğini de belirtelim. Ayrıca Fenerbahçe'nin ilk maçta 4 smaçörü değişmeli oynattığı için smaçörlerin hücumdaki top dağılımlarının da doğal olarak yükseldiğini göz önüne almak gerek. Yani ilk maçta 4 smaçör ve 2 orta varken, bugünkü maçta hücumlar 3 smaçör + 2 orta arasında dağıtıldı. Sezon başında hücumda 6 oyuncuya top dağıtılırken, bugün 5 oyuncuya dağıtılıyor ama ortaların hücumdaki payının yükselmesi gerekirken daha da düştüğünü görüyoruz. Yani ortaların hücum paylarındaki düşüş aslında burada gözükenden daha fazla.

Fenerbahçe açısından asıl dikkat edilmesi gereken noktaysa Gamova. Takımın Gamova'ya olan bağımlılığı neredeyse her 2 topun 1'ni kullandıracak noktaya gelmiş.  İlk maçta topların %22'sini kullanan Gamova, ilk yarının toplam istatistiklerine göre de hücumda sadece %29'luk bir paya sahipti. Takımda iyice değişen hücum alışkanlıklarıyla birlikte şu an itibariyle Gamova'nın hücumdaki kullanım oranı %45'lere çıkmış durumda. Yani Fenerbahçe'yle kıyaslanamayacak kadar zayıf atak opsiyonlarına sahip Galatasaray'da  alternatifsiz konumdaki Ivana'dan bile daha fazla top kullanıyor.

Sezon başında hücum ve skor yükünün son derece dengeli dağıldığı takımda bugün için böyle bir şeyden söz etmek mümkün değil kısacası. Fenerbahçe bugün hücumda %90'a yakın bir oranda köşelere bağımlı bir takım. Daha önceki maçlarda Çiğdem'den bile daha fazla atak yapıyor diye eleştirdiğimiz Dirickx bugün de İpek'ten daha fazla hücum yapmış. Fenerbahçe gibi elinde bu kadar bol hücum alternatifi olan bir takımda oyunun köşelere, köşelerde de büyük oranda Gamova'ya endekslenmesinin ne kadar sağlıklı bir tercih olduğu tartışılır. Üstelik sezon başında elindeki alternatifleri dengeli bir şekilde kullanabileceğini kanıtladığı halde şimdi böyle bir sisteme yönelmek bence sağlıklı bir yapı değil.

Serilerde bundan sonra ne olur sorusunun cevabı da aşağı yukarı belli zaten. Prosedür gereği oynanan bu yarı finallerin ardından asıl finali beklemeye başlayabiliriz. Eczacıbaşı ve Galatasaray bundan sonra çok anormal mücadele ederek belki bir maç alabilirler ama daha ötesine geçmeleri imkansız dersek abartmış olmayız.

20 Nisan 2010 Salı

Play-Off ilk turuna kısa bir bakış



İddaa oynayan arkadaşlarıma tavsiyem hep Aroma Bayanlar Ligi'ndeki maçlara bahis oynamalarına yönelik oluyor zira takımlar arası güç dengeleri o kadar açık ki değil sonuç, skor tahmini yapmak bile çoğu zaman mümkün. Lig ve kupada bu sezon oynanan 200'e yakın maçta beklenin aksi sonuçla bitenlerin sayısı 10'u bile geçmez sanırım. Kaba bir hesapla 10 maçta 1 kez yatma ihtimaliniz bile çok düşük. Şu an devam eden Play-Off'larda da istisnai bir sonuç çıkmadı. Yarı final hatta finalin bile adı aşağı yukarı belli sadece prosedür gereği oynanan maçlar izliyoruz.

Galatasaray - Beşiktaş Serisi:

Galatasaray beklendiği gibi seriyi 2-0'la geçti. Sadece ilk maçta zorlandılar. İlk üç sette epey efor sarfeden Beşiktaş son iki set fişi tamamen çekmiş tabi Beşiktaş'ın bu kadar etkili gözükmesinin nedeni Dilara'nın oynaması oldu. Dilara'nın bulduğu süreler sevindirici fakat kendisinin 4 numarada oynatılması akıllıca bir hamle değil. Zaten ilk üç set servisleri Dilara üzerine yıkan Beşiktaş, son iki sette onun oyundan alınmasıyla hiçbir karşı hamle yapamayarak kaderine razı gelmiş. Ivana'nın da bir rahatsızlığı varmış sanırım tam olarak ayrıntılarını bilmiyorum ama bu bile Galatasaray'ı fazla etkilemedi. Yarı finalde Galatasaray, Fenerbahçe'nin mevcut durumunu değerlendirip, maç içi iniş-çıkışlarına iyi hamlelerle cevap verebilirse seriyi uzatabilir ancak kendi zaaflarını da düşünürsek kapasitelerini baya zorlamaları gerekecek.

Eczacıbaşı Zentiva - İller Bankası Serisi:

Ufak da olsa çekişme olması beklenen bu seride Eczacıbaşı ilk maçı 3-0 alarak seride 1-0 öne geçti ve büyük bir mucize olmazsa şu sıralar oynanan maçı da kazanarak yarı finale ismini yazdıracak. Eczacıbaşı'nın voleybol adına sahada pek bir şey yaptığını söyleyemeyiz. Oyuncular kafa olarak sezonu bitirmiş adeta formalite icabı oynuyorlar fakat takımlar arası güç dengeleri o kadar uç noktalardaki bu kötü oyuna rağmen rakibinden pek direnç görmüyor. Vakıfbank'la oynayacakları yarı final serisinde favori değiller ve şanslarını epey az görüyorum.

Vakıfbank Güneş Sigorta TT - Ereğli Belediyesi Serisi:

Hiçbir çekişme beklenmeyen seride Vakıfbank ilk maçı 3-0 kazandı ve ikinci maçta da bunun değişme ihtimali pek yok. İlk maçta Vakıfbank'ın servis karşılama yüzdeleri dikkat çekici. 50 servis karşılamada sadece 6 mükemmel manşet var. Özellikle 3. sette manşetler tamamen çökmüş. Buna rağmen Ereğli'nin maça ortak olamaması da yine takımlar arası kalite farkının sonucu. Vakıfbank manşetlerdeki bu dağılmayı blok ve hücum üstünlüğüyle tolere etmiş. Yarı finalde Fenerbahçe maçlarındaki gibi servis atarlarsa Eczacıbaşı karşısında da pek zorlanmazlar ama servis karşılamadaki bu aksamalar devam ederse fazlasıyla uzun bir seri izleriz ki diğer yarı final serisi erken biterse Vakıfbank finale ulaşsa bile ciddi şekilde yıpranmış olarak çıkacaktır Fenerbahçe'nin karşısına.

Fenerbahçe Acıbadem - MKE Ankaragücü Serisi:

Bu seride de Fenerbahçe açık ara favori ve ilk maçın 2. seti dışında rakibi tarafından zorlanmadı. 2. maçta bir sürpriz olur mu? Çok zor. Ankaragücü için bu seride set almak bile başarı olur. Galatasaray'la oynanacak yarı final serisinde Fenerbahçe'nin maç vermesi büyük bir sürpriz olmaz bana kalırsa. Galatasaray, Fenerbahçe'yi o kadar zorlayabilecek mi bunlar tamamen maç günü koşullarına bağlı aksi takdirde iki takım arasındaki kadro farkı bu seriyi 3-0'da bitirir.

19 Nisan 2010 Pazartesi

Naz Aydemir konusunda içeriden bir yorum...


Fenerbahçe camiasında F4 sonrası pasör tartışmaları süre dursun geçtiğimiz günlerde bir voleybol sitesinde yazılan bir yazıya yapılan yoruma cevap olarak Hamide Koyuncuoğlu'nun sessiz sedasız bir yorumu yayınlandı ancak yorumun yapıldığı yazı kıyıda köşede kaldığı için yorumda bahsedilenler pek dikkat çekmedi sanıyorum. Hamide Koyuncuoğlu kim diye merak eden varsa Naz Aydemir'in resmi sitesinin webmaster'ı olduğunu belirteyim. Onca gereksiz insanın lakırdaları arasında kaynayan fakat ciddi anlamda pek az kişinin bildiği kritik tespitlerin yer aldığı bir yorum yapmak zorunda hissetmiş kendisini. Yazara cevap verirken satır aralarında anlatılanlar benim zaten uzun zamandır bildiğim şeyler fakat Naz ekseninde seyreden pasör tartışmalarında çoğu insan burada bahsi geçen faktörlerden bihaber vaziyette çok düz mantık eleştiriler getiriyor.

Yaşananlara biraz da olaylara bize göre daha yakın olan  birinin penceresinden bakmak ve daha sağlıklı yorumlar getirebilmek için okumakta fayda olduğunu düşünüyorum. Bu nedenle bu yorumu okumayı kolaylaştırsın diye paragraflara ayırmak dışında noktasına bile dokunmadan olduğu gibi buraya aktarıyorum. Yorum okunurken; bu yazının sitede yer alan başka bir yoruma yanıt niteliğinde olduğu da dikkate alınmalı. Yorumun yayınlandığı linki aşağıda bulabilirsiniz. 

Sayın Arslan, Yorumlarınızın büyük bölümüne katılmakla birlikte, Naz hakkındaki fikirlerinize katılmadığımı, hatta acımasızca bulduğumu söylemek isterim. Elbette ki herkes istediği gibi düşünme ve fikirlerini istediği gibi açıklama hakkına sahiptir. Ancak yorumunuzdaki ifadelerden, bazı detayları bilememe ya da atlamış olma ihtimaliniz nedeniyle Naz hakkında oldukça yanlış sonuçlara vardığınızı düşündüğümden –ve benzer yorumlar bu aralar sıkça yapıldığından-, bu konuda bir açıklama yapma zorunluluğu hissettim. 

Öncelikle "FBA'ya gelerek İtalyandan kurtuldu …. derken" şeklindeki ifadenizden Naz Eczacıbaşı'nda oynarken temel sorunun antrenörden kaynaklandığı konusunda hem fikir olduğumuzu görüyorum. 

Sezon başında pek çok kişi gibi ben de iyi niyetle Jan'la ve transfer edilen diğer oyuncularla çalışmanın Naz'a çok şeyler katacağını; sonunda kendi kabiliyetlerini sergileyebileceği bir takım bulduğunu düşünmüştüm. O zamanlar yapılan pasör spekülasyonlarını da hiç ciddiye almamıştım; ancak zaman geçtikçe görüldü ki senaryo baştan belliymiş. Yorumunuzdan voleybolu yakından takip ettiğiniz anlaşılmakla birlikte, eksik kalan bazı detaylar yüzünden çok da doğru olmayan sonuçlara vardığınızı görüyorum. En azında işi nedeniyle bu süreci yakından takip eden biri olarak, eksik noktaları size ve benzer eleştiriler yapan voleybolseverlere hatırlatmak isterim. 

Sezon başına dönersek; sezona Naz'la başlandı; çünkü Seda sakattı ve mecburen Naz'la oynanması gerekiyordu. (Daha sonra gelişen süreçle bu sonuca vardım.) Ankara'daki Türkiye Kupası dahil oynanan maçlarda Naz'ın performansı gayet iyiydi; hatta Türkiye Kupasının ilk iki seti bence FBA'nın bu sene oynadığı en iyi oyundu. Bu dönemde Naz'ın performansının kötü olduğunu, takımı (veya Gamova’yı) oynatamadığını söylemek mümkün değil. O halde Dirickx nasıl oldu da takımın birinci pasörü haline geldi? İşte bundan sonrasını hatırlatmakta büyük fayda görüyorum; çünkü bundan sonra, sanıldığının aksine Naz'ın performansında düşüş olduğu için değil; Ankara’da yaşadığı hafif bir sakatlık nedeniyle Dirickx'le oynanmaya başlandı. Doğrusunu söylemek gerekirse, Naz'ın ve Dirickx’in o dönemki performansları değerlendirildiğinde Dirickx ancak böyle bir sakatlık nedeniyle oynama şansı bulabilirdi ki, bu şans da karşısına çıktı. Sonrasında Seda’nın sakatlığının da düzelmesiyle Naz'ın ilk altı olarak çıktığı maçların hepsi formalite maçı veya mecburiyetten başlatıldığı 1-2 ciddi maç. Dolayısıyla, "Naz öğrenmeyi ve voleyboluna katkı yapmayı bıraktı havasında" ifadenizin gerekçesini anlamak mümkün değil. Naz’ın voleyboluna katkı yapacak ortamda bulunma şansı zaten pek olmadı. Olsa olsa Naz'ın oynatıldığı formalite niteliğindeki, hiçbir oyuncunun kendini oyuna vermediği birkaç maçı izleyerek bu sonuca varmış olabilirsiniz ki, tanımadığınız bir oyuncu hakkında sadece bu tür maçları izleyerek, onun yaptığı işe yaklaşımına veya profesyonelliğine, dolayısıyla kişiliğine ilişkin böyle bir sonuca varmak bana göre büyük haksızlıktır. 

Öyle ki, Naz tüm bunlara rağmen şans verildiğinde takımı için en iyisini yapmak için büyük gayret sarfeden gerçek bir profesyoneldir. Bunun en iyi örneği Dinamo maçında takım ilk sette mağlupken oyuna girip maçı çevirmesidir; ancak bu başarı bile ona sadece bir sonraki maçın 3. setinde 4 sayı geriye düşecek kadar kredi kazandırmıştır. Bu olay belki de takımın yedek pasörü olduğunun bir çeşit ilanıydı. 

Şahsi kanaatim her ne kadar oynamak isteyen bir oyuncu olsa da, Naz için yedek kalmanın sorun teşkil etmeyeceği. Daha önce belirttiğim gibi Naz gerçek bir profesyonel ve takım oyuncusu; bunun bir diğer kanıtı da Final Four maçında bütün olanlara rağmen Dirickx'in yanına gidip maçın gidişatıyla ilgili kendisiyle konuşmasıdır. Şimdi "bütün olanlara rağmen" ne demek, bunu açıklayayım. Sadece daha önce Ligde şampiyonluğa oynamış, defalarca şampiyon olmuş bir takımın değil, aynı zamanda Milli Takımın da pasörü olan ve her iki kulvarda da bir çok başarıya imza atarak kendini kanıtlamış bir pasör düşünün; sizce bu oyuncunun garanti kazanılacak ilk setin yeterli olduğu maçlarda bile ilk setten sonra oyuna alınmasının nasıl bir açıklaması olabilir? 

Bir taraftan Final Four maçlarında durumu düzeltsin diye sığındığınız bir oyuncu iken, diğer tarafta maç garantilendikten sonra oynatarak güvensizliğinizi ilan etmek kendi içinde çelişki ve oyuncuya karşı bir nevi hakaret değil midir? Naz hakkında olumsuz eleştiri yaparken sanırım kimse bunları dikkate almıyor. 

Naz'ın pas kalitesi iyi ama pasların nereye gideceği çok belli demişsiniz. Haklısınız Naz'ın pasları gerçekten iyi; ancak Naz smaçörler için oynaması zor bir pasör. Ne yapacağını tahmin etmesi zor bir pasör; çünkü ezbere bir oyun oynamıyor, rakibe göre hücumda çeşitlilik sağlamaya çalışıyor. Bunu başarabilmek için ise süreklilik gerekli ve süreklilik olmadığı zaman atılan beklenmedik toplara oyuncular zaten girmiyor bunu da defalarca gördük. Dolayısıyla zaman zaman kendi takım arkadaşları bile öngöremez ve beklemezken antrenörün istediği oyun dışında Naz'ın paslarının nereye gideceğinin bilindiği eleştirisini doğru bulmuyorum. 

Diğer taraftan, Naz’ın yurtdışında imkan araması konusunda ise sizle hem fikiriz ama siz de eminim biliyorsunuzdur ki 22 yaşına kadar oyuncuların kulübün izni olmadan transfer yapma şansı yok. Dolayısıyla İtalya'da ya da bir başka yerde şans aramak bu noktada Naz'ın elinde değil. Saygılarımla H. Koyuncuoğlu (nazaydemir.com webmasteri)

Yazının kaynağı:
 www.voleybolmagazin.com

18 Nisan 2010 Pazar

Gamova Polonya Medyasında...


Son dönemde voleybol gündemini en çok meşgul eden konulardan biri Gamova'nın önümüzdeki yıl da Fenerbahçe'de kalıp kalmayacağı. Bizim medyada son günlerde Fenerbahçe'de kalacağı haberlerini okuduk sıklıkla. Gamova'nın seneye nerede oynayacağı sadece bizim değil dış basınının da epey merak ettiği bir konu. Doğal olarak Avrupa basınında da bununla ilgili haberler çıkmaya devam ediyor. Bu haberlerden en yenisi Avrupa'nın sayılı voleybol ülkelerinden biri olan ve çok ciddi bir voleybol medyasına sahip Polonya'dan geldi.  

S24.pl sitesinde yer alan ve direkt Gamova'nın ağzından yazılmış kısa bir habere göre Gamova Türkiye'de kalacağı yönünde çıkan haberleri yalanlamış ve henüz herhangi bir karar vermediğini belirtmiş. Gamova aynı haberde şu an transferini değil sadece play-off maçlarını düşündüğünü ve transfer konusundaki kararını sezon sonunda vereceğini de eklemiş.

Haberin linki aşağıda.

http://s24.pl/gamova_nie_podjela_decyzji-s72514.html

16 Nisan 2010 Cuma

Voleybolda seviye tartışmaları...


Son günlerde ilginç olaylar yaşıyoruz voleybol dünyasında. Hayır seviyesizlikten kastım son Türkiye Kupası Finali'nde oyuncular arası diyaloglar değil kesinlikle. Bunlar gayet normal şeyler tabi geçen yılki gibi Gözde'nin Mirka'ya hareket çekmesi boyutuna gelmediği sürece.

Benim değinmek istediğim iki tane ayrı örnek var. Birincisi Galatasaray Voleybol Şube Sorumlusu Orkun Darnel'in geçtiğimiz hafta Twitter'da Frauke Dirickx için kullandığı ezik tabiri. 

Orkun Darnel Galatasaray Kulübü'ndeki görevi dışında bildiğiniz ya da bilmediğiniz gibi pek çok oyuncu ve antrenörün menejeri. Tek tek isim saymayacağım ama Fenerbahçe Acıbadem'in hem oyuncu hem teknik kadrosunun yarısı da onun ortağı olduğu menejerlik şirketine bağlılar. Bu yıl Galatasaray voleyboldaki yeniden yapılanma sürecini Darnel'in ellerine teslim etti ancak bunun kendi adıma  büyük bir hata olduğunu söylemeliyim. Zaten o da bu süreçte kendi takımında yaptıklarıyla değil Fenerbahçe'yle ilgili açıklamalarıyla gündeme geliyor daha çok. Önce Naz transferi konusunda hiç üstüne vazife olmayan açıklamalar yaptı. Ben daha Violet Duca'nın kalkıp da bir taraftar forumunda Galatasaray'ın yaptığı transferlerle ilgili atıp tuttuğunu görmedim. Darnel'in Naz örneğine benzer değişik açıklamaları da var ama en son Twitter'da kırdığı pot yenilir yutulur cinsten değil. Galatasaray gibi bir kulüpte resmi sıfatla görev alan bir yöneticinin rakip takımın bir oyuncusu hakkında ezik tabiri kullanması, üstelik bunu herkesin görebileceği bir yerde yapması büyük bir saygısızlıktır. Orkun Darnel ilgi çekmeyi seven biri ama rakibiyle uğraşmayı bırakıp asıl işini yapsa çok daha iyi olur.


 
Bir diğer benzer vukuat da karşı kıyıdan geldi. Eda Erdem Fenerbahçe TV'deki canlı yayın programında Piccinini ve Bergamo Teknik Direktörü'ne karşı söylememesi gereken tabirler kullandı. Piccinini için direkt çirkef dedi ki bunu arkadaş muhabbetlerinde söylersiniz ancak binlerce insanın izlediği bir canlı yayın programında bu kadar da ölçüsüz davranılmaz. Piccinini sporcu olarak yetenekleri ve kariyeri tartışılmayacak bir oyuncudur. Kişilik olarak bizim basında yansıtıldığı gibi sahada vukuatlı bir oyuncu da değil, gayet iyi bir profesyonel. Özel hayatında modellik yapması falan tamamen kendisini bağlayan şeyler. Zaten Piccinini'nin kişiliğiyle ilgili konularda bu tarzda yorumlar yapmak Eda'ya düşmez. Kaldı ki Fenerbahçe yarın öbür gün Piccinini'yi transfer etse hem Eda hem de onun bu açıklamalarına alkış tutan Fenerbahçe taraftarı bu sözlerini ne yapacaklar? Eda her şeyden önce bir milli takım oyuncusu olarak nerede ne söyleceğine ve söylediklerinin nerelere gideceğine çok daha fazla dikkat etmeli.

Son 15 günde hem erkek hem bayanlarda birbirinden kaliteli bir sürü maç izleme fırsatı bulduk ancak bu güzellikleri konuşmak dururken oyuncu ve menejerlerin rakipleri hakkında hakarete varan tabirler kullanması gerçekten rahatsız edici bir durum. Umuyorum şu anda münferit gibi gözüken bu tarz olaylar önümüzdeki sezonlarda sıradan hale gelmez.

12 Nisan 2010 Pazartesi

Vakıfbank Güneş Sigorta TT 3 Fenerbahçe Acıbadem 2


Türkiye Kupası Finalinin ilk ayağı pek de beklenmedik bir sonuçla bitti. Tam 30 maçtır hiçbir Türk takımına yenilmeyen Fenerbahçe yaklaşık 1 yıl sonra ilk mağlubiyetini aldı.

Maçın ilk iki setine bakıldığında bu yıl defalarca izlediğimiz klasik bir Fenerbahçe-Vakıfbank mücadelesi vardı. Yine etkili servislerle oyuna giren Fenerbahçe zaten her daim manşette sıkıntıları olan Nikolic'in yanına bir de standartlarının çok altında bir performans gösteren Gözde'yi de bulunca Vakıfbank'a nefes bile aldırmadı bu ilk iki sette. Fenerbahçe'nin etkili servisleri karşısında manşette düşen, üstüne Özge'nin takımı oynatmaktaki klasik sorunlarıyla birlikte Neslihan gibi bir silahı da oyuna hiç giremeyen Vakıfbank maçtan tamamen koptu. Zaten bu noktadan sonra Guidetti'ye maçın döneceğini söyleseniz o bile inanmayabilirdi herhalde.

Ancak 3. setten itibaren Guidetti belki de Türkiye'ye geldiğinden bu yana ilk defa bir maça bu kadar etki edecek hamleler yaptı. Özge bu bloğu açtığım günden beri söylüyorum ki Vakıfbank gibi bir takımı oynatabilecek çapta bir pasör değil. Bu yüzden Özge-Arzu değişikliği eldeki imkanlar açısından yapılabilecek en mantıklı seçim. Ancak Arzu'nun varlığı Vakıfbank için savunmada ciddi bir risk anlamına geliyordu zira  Özge kadar hareketli ve savunmada aktif bir pasör değil. Açık gelen manşetlerle Özge kadar rahat oynayamıyor. Nikolic ve Seda gibi düşük kalitede manşet getiren smaçörlerle iş yapması çok zor.  Yapısı nedeniyle daha çok belli bir alan içerisinde gelen topları dağıtabiliyor. Haliyle bu noktada hem Nikolic hem Arzu'nun aynı anda oyunda kalması Vakıfbank'ı savunmada da ciddi sıkıntılara sokuyor. Gözde ve Nikolic'in dışarı çıkıp Stam ve Güldeniz'in oyuna girmesi Vakıfbank'a üç noktada çok büyük avantaj getirdi. Bu iki oyuncu hem manşetleri toparladı, hem savunma yaptı, hem de servislerle Fenerbahçe'nin yumuşak bölgesini delip geçtiler. İstediği tarzda toplar alan Arzu ortaları da devreye sokmaya başladı. Vakıfbank'ın iki ortası zaten kullanılabildikleri sürece şu an ligin en iyi ikilisi konumundalar. Tüm bunlara Neslihan'ın da dönüşü eklenince ilk iki set güle oynaya gelen Fenerbahçe bir anda panik havasına girdi.

Fenerbahçe her şeye rağmen kaybettiği 3 seti de kurtaracak noktaya geldi fakat o kadar üstün olduğu ilk iki setin ardından rakibe gösterdiği zaaflar Vakıbank'ın 2-3 sayı geriye düştüğü anlarda dahi ekstra motivasyonla oyunda kalmasına sebep oldu.  Naz ve Blom hamleleri çok geç kalınmış hamlelerdi. Jan zaten Naz'la oynamak istemiyor ancak smaçör pozisyonunda Blom'dan başka seçenek olmadığı için mecbur ikili değişiklik yapmak ve Dricikx'i dışarı çıkarmak zorunda kaldı. Ligin başında ilk altı çıkan Naz-Blom ikilisi nedense hep farklı şekilde geriye düşülen bu tarz kriz anlarında kurtarıcı niyetine sahaya sürülüyor ki kendilerini gösterecek zaman bile bulamıyorlar çoğunlukla. Doğal olarak haftalardır gözüken yaraya yapılan bu geç müdahale maçı döndürmeye yetmedi. Vakıfbank ilk iki set dışında bu sezon belki de en iyi takım performansını sergilediği maçı 3-2 kazanarak bu yılın en büyük sürprizlerinden birine imza attı. Guidetti de ilk kez elindeki kadroyu doğru düzgün kullanmayı başarabildi.

Vakıfbank'ta bugün Stam'ı oldukça beğendim. Hücumda çok skorer görünmemiş olabilir fakat her topta vardı ve sayı alamasa bile bir şekilde olumlu işler yaptı. Attığı servisler de Fenerbahçe'yi çözen etkenlerden biriydi. Keza Güldeniz'in özellikle manşet ve savunmadaki katkısı da yadsınamaz. Neslihan'ın da özellikle oyunun kopma anlarında üst üste öldürdüğü 3-4 topla takımın geri dönüşünde ciddi bir etkisi oldu. Pasör farkını zaten daha önce yazdık.

Guidetti tüm bu hamleleri yaparken artık Fenerbahçe'de çok belirgin olan bir takım zaaflara da değinmek gerekiyor tabi ki. Manşetlerde yaşanan klasik sorunları hiç saymıyorum çünkü yazmaktan gına geldi ama manşetler dışında bakılması gereken  başka rahatsızlıklar da var. Birincisi takımın hücum sistemi çok tek düze. Sezon başında çok değişik kombinasyonlarla hücum eden, hiçbir oyuncusunun üzerine çok ekstra setler kurmayan Fenerbahçe sezonun bitimine haftalar kala tüm bu özelliklerini kaybetmiş durumda. Takım dönüp dolaşıp hep aynı oyuncular üzerine, bir iki ezber hücum setiyle oynuyor. Tüm ağırlık köşelere kayarken Nati veya Gamova arkadayken de durum fark etmiyor setler sürekli bu iki oyuncu üzerine kuruluyor. Ortalar blok yapmak dışında hemen hiç bir hücumda yoklar. Şu da bir gerçek ki artık rakipler Fenerbahçe'nin bu setlerini ezberlemiş durumda. Şahsen ben top Dirickx'in eline geldiği anda kime gideceğini çok rahat kestirebiliyorum. Sezon başında antrenmanlarda 19 farklı hücum seti üzerine çalışan bir takımın şu andaki görüntüsü topu ya Gamova'ya kaldır ya da Nati'ye yatık pas yolladan öteye gitmiyor. Arada bir de ortalara düzgün bir set kuruluyor o kadar. Bu takımın en büyük üstünlüğü olan hücum gücü kesinlikle bu kadar kısır setlerle heba edilmemeli.

Gelelim Gamova'ya. Defalarca yazdım herkes sorunun paslarda olduğunu düşünüyor fakat sorun sadece pas kalitesi değil. Rakipler Fenerbahçe'nin her maç defalarca yaptığı birbirinin kopyası olan, hiçbir sürpriz içermeyen bu ataklarına karşı artık daha sağlam ve bilinçli önlemler alıyor. Sezonun başında Fenerbahçe Gamova'yı ancak oyunun çok çok sıkıştığı anlarda sürekli kullanıyordu. Fakat son birkaç aydır bütün hücumlar Gamova'ya endekslendi ve haliyle özellikle arka hücumları artık çok rahat blok yiyor. Köşe ataklarında top bloğu aştığında gideceği noktalarda mutlaka bir savunma planı var rakibin. Gamova'nın yanında bir de Nati var tabi ki. Bunun dışında Fenerbahçe hiçbir şekilde ekstra bir oyuncu çıkaramıyor. Halbuki sezon başına bakarsak Eda Erdem'in, Seda'nın hatta Blom'un bile ciddi şekilde katkı yaptığı çok daha dengeli bir takım ve hücum yapısı vardı. Fenerbahçe şu son dönem itibariyle bu görüntüden çok çok uzaklarda.

Eda ve Çiğdem'in skora çok katkı yapmış gibi gözükmesi kimseyi yanıltmamalı. İki oyuncunun ürettiği sayıların 9'u takımın hücum setleriyle hiç alakası olmayan direkt servisten alınmış sayılar. Direkt atakla alınan sayılarsa toplam 11. 5 setlik bir oyun ve bu oyuncuların potansiyeli düşünüldüğünde çok kısır bir rakam. Eda'nın 3 setlik maçlarda bile bu rakamları rahat geçtiğini gördük daha önce.

Fenerbahçe'nin savunmadaki sıkıntıları da ayrı bir problem. Bu takımın savunma yükünü çeken 5 temel oyuncu var. Bunu daha önce de yazdım. Bunlar önem sırasına göre Nati, Nihan, Blom, Çiğdem ve Naz. Bu 5 oyuncunun aynı anda sahada olduğu kadro kombinasyonu bozulduğundan bu yana Fenerbahçe'de 3-0'la geçilen onlarca maçta dahi bir dengesizlik olduğunu görmüş ve bu blogda defalarca dile getirmiştim. Maç analizleriyle ilgili postlarda ufak bir araştırma yeterli. Seda'nın takıma girmesi, ardından Blom'un kenara çekilmesiyle yabancı kontenjanından dışarıda kalan Dirickx'in ilk altıya yerleşmesi Fenerbahçe'de bütün savunma dinamizmini bitirdi. Defanstaki tüm yük Nati ve Nihan'ın üzerine bindi. Bu oyuncular zaten takımın manşet yüküyle uğraşıyor, Nati üstüne hücumda da kullanılıyor. Haliyle hem Bergamo hem de bugünkü maçın son setlerinde Nati de fişi çekmek zorunda kaldı. 

Dirickx'in varlığının ön tarafta getirdiği bir blok zaafı var ki Blom'u bu noktada eleştirenlerin Dirickx'e neden yüklenmediğini anlayamıyorum. Bugün de her maçta olduğu gibi rakip Dirickx'in blok tuttuğu köşelerden çok rahat sayılar çıkardı. Bu zaaf artık iyice ayyuka çıktığından özellikle onun olduğu tarafa yığılan hücumlar izliyoruz. Fenerbahçe burada da kendi kendini vuruyor. Drickx'in blok tekniğinde bu saatten sonra giderilemeyecek eksikler var. Naz'la ikisi aynı boyda ancak Naz'ın blok tekniği olarak Dirickx'in bir kademe üstünde olduğunu belirtmek gerek. Bu boyla alakalı bir olay değil. Lo Bianco mesela çok kısa boylu bir pasör ancak blok zamanlaması ve tekniği sayesinde boy zaafını çok iyi kapatan bir oyuncu. Dirickx boy avantajını kullanamadığı için kendisinden kısa olan oyunculardan bile daha fazla gedik veriyor.

Fenerbahçe sezonun kalan kısmında hiç maceraya girmeden sezon başındaki ilk altısına dönmek zorunda. Karşıdaki rakipler serviste risk aldığında Fenerbahçe önce manşette dökülmeye ardından da her hattıyla aksamaya ve düzenden çıkmaya başlıyor. Üstüne artık ezberlenen hücum ritüelleri de sekteye uğradığında ciddi anlamda sahada kriz yaşayan bir takım izliyoruz. Mevcut kadro yapısıyla olması gereken ilk altı çok net: Gamova, Nati, Eda, Çiğdem, Blom, Naz ve liberoda Nihan. Seda'yı takıma monte etmek uğruna sezon başında makina düzeninde çalışan bu yapıyı bozmak sezon sonunda hiç umulmadık sonuçlar doğurabilir. 

Şu an ekstra bir transfer gelemeyeceğine göre artık mevcut fantastik kadrodan bir an önce olması gereken düzene geri döneceğini umuyorum Jan'ın. Bugün 4. setin ortalarında yaptığı hamlenin 3. setin sonlarında gelmesi gerekiyordu, Guidetti'ye cevap vermekte çok geç kaldı. Dirickx ve Seda bu kadar kötü oynarken neden artık geri dönülemez noktayı beklediğini gerçekten anlayamadım. İlk iki sette bütün direnci kırılan Vakıfbank'ın geri dönüş sinyalleri vermeye başladığı anda müdahale etmesi gerekirdi. Aynı sorunlar Cannes ve Bergamo'ya karşı da yaşandı ve Jan yine hamlelerinde geç kaldı. Blom belki servise karşı manşetlerde, hücum ve bloklarda çok süper istatistikler çıkarmıyor ancak Fenerbahçe'de Nati ve Nihan gibi iki temel taşı Seda'yla kıyaslanmayacak kadar rahatlattığı bir gerçek. Bu iki oyuncunun sorumlulukları azaldığında Fenerbahçe'nin oyun akışını sekteye uğratmak çok zor.

Tüm bu yazdıklarım Fenerbahçe'nin aslında sanıldığı kadar takım oyunu oynamadığını bireysel yetenekler üzerine kurulu olduğunun bir göstergesi. Nati veya Gamova'da yaşanan aksamayı takım hiçbir şekilde tolere edemiyor. Bergamo karşısında Gamova, bugün de Nati'nin durması Fenerbahçe'yi çok fazla etkiledi. Sezon başında da benzer kriz dönemleri oldu ama takım bu krizlere çok çabuk tepki verebiliyordu. Bugün bunu yapmakta çok zorlanıyorlar.

Fenerbahçe'de bir de oyuncuların rahatlığı mevzusu var. Takım her maça nasılsa alırız modunda çıkıyor. Bu kendine güven iyi bir şey yalnız birilerinin artık Türkiye'deki rakipleri bu kadar hafife almamaları gerektiği konusunda oyunculara ciddi bir uyarı yapması lazım.

Hakemlerle ilgili de iki satır yazmak gerek. Çizgi dışı-içi, blok-out, takdir hakkı falan bunlar bir yere kadar her maçta olan şeyler yalnız bugün iki takımın da en az 4 tane bariz top taşıma pozisyonu vardı ki hakemin bunları kendi olduğu tarafta bile gözden kaçırması çok eksi puan. Hakemler bugün basketbol maçı yönetir gibi yönettiler tüm maçı.

Vakıfbank bugün tüm Türkiye'ye Fenerbahçe'nin yenilebileceğini gösterdi ki bu çok önemli bir kırılma noktası olabilir. Bugüne dek rakipler belki set alırız umuduyla çıktığı Fenerbahçe'ye karşı neden ben de kazanamayayım gibi bir motivasyonla oynayacaktır. Kısacası Fenerbahçe kendi ayağına kurşunu sıkmış durumda. Vakıfbank bu performansı bir daha tekrarlayabilir mi ya da tekrarlasa bile Play-Off'ta devamlılık sağlayabilir mi bunlar biraz şüpheli fakat bu mağlubiyetin şu zamanda gelmesi telafisi çok zor kritik bir dönemde gelmesinden çok daha hayırlıdır Fenerbahçe için. 

7 Nisan 2010 Çarşamba

Medya, Bütçeler, Transferler, Wild Card ve Bilgi Kirliliği...


Fenerbahçe'nin Avrupa ikinciliği doğal olarak futbolla yatıp kalkan medya ve insanları birdenbire voleybola sürükledi. Milli takımın 2003'teki macerası gibi 2 gün boyunca voleybolla yatıp kalktık. Üstelik F4'teki maçlar da takımların adına yakışır mücadeleye sahne olunca insanlar voleybolun iyi oyuncularla oynandığında ne tür bir görsel spor olduğunu, heyecan olarak futbolu aratmadığını da görmüş oldular. Daha geçen yıl Eczacıbaşı Zentiva da F4'e adını yazdırmıştı ama şu ilginin onda birini göremedi. Tabi söz konusu takım Türkiye'nin en geniş taraftar kitlesine sahip kulüplerinden biri olunca bu ilgi de katlanarak artıyor. Medyanın voleybola ilgisi her ne kadar ağzımıza çalınan bir kaşık baldan farksız olsa da sevindirici bir gelişme. Ancak ortada bir sürü yalan yanlış haber ve yorum dolaşıyor. Hayatında daha önce hiç voleybol maçı izlememiş insanlar Fenerbahçe'nin niye kaybettiği konusunda kendi çaplarında ahkam kesiyorlar. Cengiz Çandar'dan tutun da Ercan Saatçi'ye kadar bugüne dek voleybol konusunda bir satır yazdığını görmediğimiz insanlar şu yüzden kaybettik falan gibi şeyler yazıyor. Hatta Sergen Yalçın bile yorum yaptı.

Fenerbahçe'nin bu başarısından sonra diğer iki ezeli rakipte de kıpırdanmalar olduğuna dair söylentiler geldi. Beşiktaş'ın mevcut yönetim düzeniyle herhangi bir atılım yapacağına inanmıyorum. Şampiyon Hentbol takımına  hediye olarak kol saatini layık gören bir yönetimin futbol dışı branşlarda ne gibi bir atılımı olabilir ki. Beşiktaş taraftarıyla yönetimiyle tamamen futbol merkezli bir camia haline geldi ve bundan da gocunduklarına şahit olmadım daha. Bu yüzden Beşiktaş tarafında bir şeylerin değişeceğini sanmıyorum.

Gelelim Galatasaray'a. Adnan Polat'ın amatör şubelerde biraz daha baskın bir kulüp haline gelme eğilimi var fakat bu işler öyle birdenbire olmuyor. Bir kere Galatasaray'ın karşısında seviye olarak çok yukarılarda 3 tane sağlam kulüp var. Herkes Fenerbahçe Acıbadem'in buralara bir anda geldiğini sanıyor fakat bu takımın 5 yıldır Acıbadem'le birlikte nasıl bir süreçten geçtiğini ancak yakından takip edenler bilir. 2. ligden çıktığından bu yana kararlı şekilde şampiyonluğa oynayan, Eczacıbaşı'na lig ve kupada sayısız final kaybeden bu takım her yıl üzerine biraz daha koyarak buralara gelmeyi başardı ve bir zamanlar set aldığında sevindiği Eczacıbaşı'yla rolleri değiştiler.  

Galatasaray'ın şubeye 10 milyon dolar yatırım yapacağı haberleri basında çıkıyor. Bir kere bu haberlerin kaynağını da bildiğim için tamamen rating amaçlı olduğunu belirteyim. Bu yıl Galatasaray kulübünün erkek-bayan voleybol takımları için zorlukla ayırabildiği toplam bütçe bu paranın yarısına bile erişmezken sadece bayan şubesine nasıl böyle bir bütçe ayrılabilir? Hiçbir getirisi olmayan bir branşa sponsorsuz 10 milyon dolar yatırabilecek tek bir takım bırakın Türkiye'yi Avrupa'da dahi yok. Böyle bir bütçe ancak voleybolun ulusal spor olduğu Japonya'daki takımlarda olabilir. Bu abartı rakamlar sevgili medyamızın voleybol endüstrisine ne kadar uzak kaldığının da ayrı bir örneği. Bütçeler konusundaki sallamasyonlara bir örnek vereyim.

Fenerbahçe'nin yurda dönüşünde NTVSpor muhabiri, Çiğdem Rasna'ya sizin 4-5 katı bütçelere sahip kulüplerle başa baş oynadınız gibi bir soru sordu ki gülmekten kendimi alamadım. Bunun gibi 20 milyon dolarlık takımlar diye başlayan cümleler gördüm ki erkek voleybolda bile böyle bir takım olduğunu sanmıyorum. Muhabirin bu yorumu bilgi kirliliği mi yoksa eksikliği mi bilemiyorum. Avrupa'da bütçesi en yüksek bayan voleybol takımları Villa Cortese, Fenerbahçe Acıbadem, Bergamo, Cannes, Pesaro, Novara ve Vakıfbank Güneş Sigorta'dır. Tüm bu takımların bütçeleri de 4-6 milyon dolar aralığında seyrediyor. Hadi en fazla 7 milyon dolar olsun. ama hiçbirinin 10 milyon dolar gibi bir bütçesi yok. Fenerbahçe'nin bütçesi de Bergamo'nun dörtte biri olmadığı gibi Bergamo'dan daha yüksek. Fenerbahçe Acıbadem bugün Avrupa'nın en büyük bütçeli takımlarından biri belki de birincisi. Tam emin değilim ama Villa Cortese'yle eşit ya da daha düşük olabilir ama Cortese dışında Fenerbahçe'den daha yüksek bütçeli bir bayan voleybol takımı kesinlikle yok. Tabi bu bütçeler bu yılki rakamlar. Özellikle ekonomik kriz yüzünden çoğu sponsor ya tamamen çekildi ya da yatırımlarını hatırı sayılır oranlarda kıstı. Önümüzdeki sezon 10 milyon dolar bütçeli takımlar olabilir fakat tekrar üstüne basarak söylüyorum ki bu sezon böyle bir takım yok. 

Fakat İtalyan takımlarının bütçelerini değerlendirirken onların diğer Avrupa takımları kadar fazla para harcamaya ihtiyacı olmadığı faktörünü göze almamız gerek. Her şeyden önce İtalyanların yerli oyuncu kalitesi diğer ülkelerle kıyaslanamayacak kadar yüksek. Bunun yanında voleybolun NBA'i gibi bir konumda olan İtalya Ligi'nde rekabetin getirdiği o büyü oyuncuları çok büyük maddi beklentilere girmeden zaten kendisine çekmeye yetiyor. Türkiye'de 5 liraya oynayan bir oyuncu İtalya'da 2 liraya oynamayı seve seve kabul eder. Aynı şekilde İtalya'da 5 lira alan bir oyuncuyu Türkiye'ye çekebilmek için 10 lira vermek zorundasınız. Dolayısıyla Fenerbahçe, Vakıfbank, Moskova, Cannes gibi İtalya dışı takımların büyük bütçe avantajları burada nötrleniyor. Bu takımlar her şekilde İtalyanlardan daha iyi bütçeler kurmak zorundalar. Bunun yanında sponsor olayı var bir de. Mesela Fenerbahçe sadece Acıbadem sponsorluğunun eline bakarken, Asystel Novara'nın tam 40 farklı sponsoru var.

Daha transfer dönemine epey bir zaman olmasına rağmen medya ne kadar tanınmış oyuncu varsa kulüplerimize transfer etmeye başladı. Futboldaki gibi bir durum söz konusu. Tabi bunu yaparken göze hitap etmeyi de unutmuyor sevgili medyamız. Voleybolda göze hitap etmek dendiğinde akla gelen ilk isimlerden biri Piccinini elbette ki. Piccinini'nin Galatasaray'a geleceğine dair bir haber vardı Takvim Gazetesi'nde. Piccinini'nin Bergamo'yla hali hazırda mevcut uzun süreli kontratını ve bu kontratı fesh etmek için gereken bol sıfırlı rakamları es geçiyorum sadece örnek amaçlı yazıyorum. Piccinini de dahil istediği parayı verdiğinizde Türkiye'ye gelmeyecek bir voleybolcu yok Avrupa'da. Yalnız Piccinini gibi kariyeri boyunca hep en üst seviyelerde oynamış bir oyuncuyu sadece lig şampiyonluğu için buraya getirmeniz biraz zor. Galatasaray böyle bir transferi yapmak istiyorsa önce Şampiyonlar Ligi'ne gitmenin bir yolunu bulmalı. Bunu bu yıl yapmaları bana göre imkansız. Şampiyonlar Ligi'ne sadece iki takımla katılabiliyoruz. Biri şampiyonumuz oluyor doğal olarak. İkinci takım içinse CEV'in bize verdiği Wild Card kontenjanını kullanıyoruz. Federasyon da Wild Card'ı ya final oynayan ya da normal sezonu lider bitiren takımdan yana kullanıyor. Organizasyona aynı şehirden 2 den fazla takım katılamadığı ve Telekom'un kepenkleri indirmesiyle İstanbul dışında böyle bir takımımız da kalmadığı için ikinci bir Wild Card alabilmemiz mümkün değil. Galatasaray Play-Off'ta final oynamadığı sürece ligi 4. bitirmiş sayılacak. Üzerinde yer alan 3 takım da hem bütçe hem kadro olarak zaten Galatasaray'ın önünde. Bu takımlardan ikisi sırayla Wild Card alacaklar ve ancak iki takım da katılmayı reddederse Galatasaray'a böyle bir şans doğabilir. Vakıfbank, Fenerbahçe, Eczacıbaşı gibi hedefleri daima Şampiyonlar Ligi'ne katılmak olmuş takımlar tek wild Card için bile birbirlerini yerken Galatasaray'a sıra geleceğini hiç zannetmiyorum.

Bir de Fenerbahçe taraftarının Lo Bianco sevgisi var. Lo Bianco daha bu sezon başında iki yıllık sözleşmeye imza attı. Fenerbahçe Bianco'yu ikna etse bile Bergamo'ya çok fahiş bonservis bedelleri ödemeden böyle bir transfer olamaz. Fenerbahçe sezon başında Naz için çok yüksek bir bonservis ödedi üstüne bütçesini zaten Gamova ve Nati transferleriyle iyice zorlamışken toplamda bu üç oyuncunun maliyetinden daha yüksek bedellere gelebilecek başka bir transferi daha kaldırabileceğini sanmıyorum. Tek bir oyuncu için bu kadar para ödemek ne kadar akıllıca bir davranış olur tartışılır. Yabancı sınırlamasına değinmedim bile.

6 Nisan 2010 Salı

Kumi Nakada'dan Fenerbahçe taraftarı yorumu...


Box sağolsun bir link gönderdi. Cannes'daki maçları izleyen bir Japon hanımefendi maçlar sırasında Fenerbahçe taraftarı yüzünden sıkıntılı anlar yaşamış ve bunlara bloğunda yer vermiş. Japonca bilmiyorum ama Google Translate'ten anladığım kadarıyla epey korkutmuşuz kızı :) Bir de yukarıdaki fotoyu koymuş. Merak edenler bloğun Google Translate linkine buradan ulaşabilirler.

Edit: Bu arada hanımefendinin kim olduğuna da bakmamışız iyi mi :) Efendim kendisi Japonların efsane pasörü Kumi Nakada oluyor ve hali hazırda Novara'nın teknik kadrosunda görev yapıyor.

5 Nisan 2010 Pazartesi

Kuyuya Atılan Taş


Fenerbahçe camiasının senelerdir bir türlü üzerinden atamadığı bir huyu vardır. Yıldız oyunculara tapınma. Sırf bu nedenle senelerdir futbolda bir türlü gerçek bir takım hüviyeti ortaya koyulamıyor. Bir sistem oturtmaya yönelik hiçbir uzun vadeli plan tutmuyor. Camianın bu hastalıklı anlayışı malesef yavaş yavaş voleybola da sıçramaya başladı korkarım ki. 

Fenerbahçe Acıbadem'in ikinciliğinden sonra, ki büyük bir başarıdır, bütün olay kupanın neden kazanılamadığına odaklanmış durumda. Cengiz Çandar da onca tartışmanın içinde kuyuya hiç olmadık bir taş salladı. Söylediğine göre Gamova seneye Federasyon'un yabancı sınırlamasına göre pasör transfer edilip edilmeyeceğini sormuş ve buna göre kalıp kalmayacağına karar verecekmiş.

Gamova gerçekten böyle bir şey söylemiş olabilir. Smaçörler elbette ki kendilerine uygun pasör isterler ancak Fenerbahçe'de tartışmalar yanlış yönlere kayıyor. Fenerbahçe takım olarak defans, servis karşılama, blok gibi hayati faktörlerde Bergamo'nun gerisindeydi. Bunu final maçındaki rakamlara bakarak da görebilirsiniz. Bu eksikliğin temel nedeni sezon başı takımın kurulumunda yapılan bazı hatalardı. Manşet yükünü sadece Osmokroviç ve bu alandaki yeterliliği her zaman tartışılan Nihan Yeldan'ın üzerine yıkmanın takımı bir yerde durduracağını bu bloğu açtığım günden beri yazıyorum. Hadi bizim yazdıklarımız amatör bir eleştiriden öteye gitmiyor ama Dağhan Irak gibi bu işin kompetanı olmuş, senelerini voleybola vermiş isimler de bu eksikliği defalarca dile getirdi. Nihan'ın yetersizliğine bir de bu seviyede manşet yükünü kaldırıp kaldıramayacağı büyük soru işareti olan Çiğdem de eklenince Fenerbahçe'de servis karşılamada tek sağlam kale Osmokroviç kaldı. Blom'un ön alana geçtiğinde hücum ve blokta yaşattığı sorunlar onun da etkin kullanımı engelliyor. Fenerbahçe, Bergamo'yla kıyaslandığında Merlo, Del Core ve Piccinini gibi üç sağlam manşetçiye bir manşetçiyle cevap verebildi ve sonuç olarak kaybetti. 

Gamova Olimpiyat Finalinden tut, Şampiyonlar Ligi'ne kadar kaç tane şampiyonluk kaybetmiş bir oyuncu. Hem de tartışmasız dünyanın en iyi pasörlerinden biriyle oynamasına rağmen. Dün kaybedilen bu finalde tek sorun pasörün top dağıtamaması değil. Cannes maçının beklenenden daha yorucu geçmesi, Gamova'nın o günkü performansıyla final maçı için sıfırı tüketmesi, blok zaaflarımız, yukarıda yazdığım manşet problemleri, blokların yetersiz kalmasıyla iyice çaresiz düşen defansımız,  servislerde standart yakalayamamız ve genel olarak İtalyan takımlarının kendi liglerinin getirdiği dinamizm ve tecrübeye sahip olmamamız gibi bir sürü faktör maça etki etti. Bunlar hepsi bir bütün olarak ele alınmalı. Ama Cengiz Çandar'ın bu kendini bilmez açıklamaları bütün tartışmayı döndürüp dolaştırıp Pasörler-Gamova ilişkisine getirecek. Fenerbahçe camiası gene resmin tamamını bırakıp yıldız oyuncu saplantısıyla sorunu çözmeyecek yerlere eğiliyor. Dünkü maçta Del Core ve Seda'nın takımlarını değiştirseniz Lo Bianco bile Bergamo'yu kurtaramayabilirdi.

Fenerbahçe'nin yabancı konusunda Federasyonu etkilemeye çalıştığı çok açık. Bir kere Federasyon zaten eldeki gelecek vaad eden en önemli pasörün yedek kalması yüzünden rahatsız. Kalkıp da Gamova pasör istiyor diye kuralı değiştirmez. Fenerbahçe madem böyle bir kampanya başlatacak bunun zamanlaması bu kadar kötü seçilemezdi. Cengiz Çandar'ın yaptığı tam anlamıyla aymazlıktır. Bu takımın hali hazırda 3 tane pasörü var ve sezonun bitmesine daha 1 ay var. Bu oyuncuların yerine kendinizi koyun. Nasıl bir ruh hali içerisine girer bu oyuncular. Bunu düşünemeyecek kadar mı uzaksın mevzulara Cengiz Bey?

Gamova kalitesi tartışılmayacak bir oyuncudur elbette ama voleybol=Gamova veya x bir başka oyuncu değildir. Toplamda Osmokroviç'in bu takıma verdikleri Gamova'dan daha fazla. Birilerinin istekleri göze alınacaksa bunu en çok hak eden isim O'dur. Gamova'nın arzularına göre takım şekillendirilecekse takımın ismini de Fenerbahçe Acıbadem Gamovaspor yapalım, takımın koçluğunu da Gamova yapsın. Jan De Brandt bazı saplantılarına rağmen hep beğendiğim ve desteklediğim bir koçtur. Fenerbahçe yönetimi Cengiz Çandar zihniyetiyle hareket etmeye kalkarsa umarım Jan burada gerekli hamleleri yaparak yönetimi ikna eder yoksa Fenerbahçe için voleybolda Şampiyonlar Ligi şampiyonluğu çok uzak bir ihtimaldir benim görüşüme göre.

Fenerbahçe tıpkı bir Bergamo gibi makina düzeninde işleyen bir sistem takımı mı olmak istiyor yoksa yıldız oyuncusunun götürdüğü yere kadar giden bir Novara, Vakıfbank, Telekom olmak mı? Dün tarafsız gözle izleyen herkesin söylediği gibi finalde her anlamda Olimpiyat Şampiyonu bir takım gibi oynayan Bergamo kaybetseydi bu voleybola ihanet olurdu. Bu seviyeye gelmek, gerçek bir takım olmak tek tek yıldız oyuncuların kaprislerine boyun eğerek olmaz, olamaz. Buraya kadar hep sağlam adımlarla gelmiş bir takımı ve bunca yatırımı futboldan kalma alışkanlıklarla heba etmeyiz umuyorum.

3 Nisan 2010 Cumartesi

Finaldeyizz!!!!!


RC Cannes 2 Fenerbahçe Acıbadem 3

(25-18, 19-25, 18-25, 25-17, 21-23)

Tarih Şampiyonları Yazar...

Teknik taktik ne konuşulabilir, yazılabilir diye düşünüyorum epeydir ama insanlar tüm bunları zaten yeterince konuştu, yazdı. Bu saatten sonra gereksiz bilgiçlik taslamaya, aynı şeyleri tekrar tekrar yazmaya lüzum olduğunu sanmıyorum.

Fenerbahçe kulüp tarihinde sadece benim son dönemde hatırladığım 4 ayrı Final-Four var kaybedilmiş. Ülke olarak Cev, Top Teams gibi kupalarda yüzümüz güldüyse de Şampiyonlar Ligi'nde Türk takımları defalarca Final-Four'lardan boynu bükük ayrıldı. Yarın tüm bu makus talihi yenmenin ilk adımı olabilir.

Rakip, Avrupa'nın en önemli voleybol kültürlerinden birine sahip, gerçek bir voleybol efsanesi. Arkalarında voleybolu çok iyi bilen binlerce seyirci olacak. CEV, hakemler kimse bu derece masraflı bir organizasyonda bütün planlarını bu maçlar üzerine kurmuş evsahibinin daha ilk günden elenmesini istemez. İşler gerçekten kolay değil ama Fenerbahçeli oyuncular aylardır bu maçı bekliyorlar. Angarya gibi geçen onlarca maçın ardından tüm sezonun hedef maçı geldi. Tüm yatırımların, idmanların, emeklerin karşılığının alınacağı yer burası. Bunun bilincindeler elbette ki.

37 maçlık bir galibiyet serisi, kazanılan 111, kaybedilen yalnızca 6 set. Hatta geçen yılki final serisini de sayarsak 39 resmi maçtır yenilmeyen bir takım. Tüm bunlar muazzam istatistikler ama yarın alınabilecek bir mağlubiyet tüm bu rakamları anlamsız kılacak çünkü tarih sadece sonuna kadar giden şampiyonları yazar, gerisi ancak kıyıda köşede istatistik olarak kalır. Tarihe adınızı unutulmayacak şekilde yazdırma fırsatı elinize kadar gelmişken neden bu efsane sezonu efsane bir şampiyonlukla taçlandırmayasınız.

Yolunuz açık, şansınız bol olsun Melekler...