10 Nisan 2012 Salı

Kaosa Davetiye Çıkarmak



Yaklaşık 5 aya sığdırılan bir takvim sonrası ligin şampiyonu belki birkaç saat sonra en geç de Perşembe günü belli olmuş olacak. Daha ilk açıklandığı anda şaşkınlık uyandıran Play-off sistemi beklendiği gibi takımlardan birini en olmadık yerde vurdu. Bu vurulan takımın da tüm sezonu namağlup götüren Fenerbahçe olması durumu daha da ironikleştirdi. Seda'nın sakatlığı, Ze Roberto'nun akıl tutulmaları eşliğinde Fenerbahçe en büyük favorisi olduğu ligi tek maçta aldığı mağlubiyetle bir anda kapatıverdi. Sistemin saçmalıklarına değineceğim ancak Fenerbahçe yönetiminde ilgili kişilerin koca sezon susup şimdi Federasyon'a veryansın etmeleri günah çıkarmalarına yetmiyor.

Geçen yaza dönelim. Bu sistem planlandığı sırada sponsoruyla yolları ayıran, üstüne futboldaki kaosla sarsılan bir Fenerbahçe vardı. Bunlar bir nebze anlaşılabilir şeyler fakat koca kulüpte herkes sponsorla, başkanın davasıyla mesai harcamıyordu herhalde? Bu takımın bağlı olduğu bir şube var. Şubeden bir tane Allah'ın kulunun şu statüye dönüp iki kelam etmemesi, Federasyona ne yapıyorsunuz siz dememesi akıl alır gibi değil. O sırada sponsor peşinde koşmaları, takımın durumunun belirsizliği birer mazeret değil. Sezon açıldığında oyuncuları toplayıp her şey yoluna girecek, siz normal şekilde devam edin diyebilen, yabancıları kalmaya ikna edebilen birileri vardıysa bununla da ilgilenecek adam bulunurdu. O yüzden Dinçay'ın şimdi Federasyon'u eleştirmesinin samimiyeti daha da ötesinde kıymet-i harbiyesi yok. Federasyon'dan kimsenin Dinçay'ın sözlerini okuduğunu bile sanmıyorum.

Fenerbahçe sponsorunu bulup şubede işleri yoluna koyduktan sonra da statü zaten arada kaynadı. Şubedekiler o sırada çok meşguldüler durumu idrak edemediler diyelim ama aradan aylar geçmiş kimse oturup ya bu play-off sistemi nereye götürüyor bizi, biz ne yapabiliriz diye düşünmemiş mi merak ediyorum. Şimdi tam tarihi hatırlamıyorum ama Fenerbasket'e bir post atmıştım Ocak ayıydı sanırım. Bu sistem lideri tuzağa götürüyor, ligi lider bitirmeye kasmaktansa iki veya üçe oynamak takım için çok daha mantıklı olacak minvalinde bir şeyler yazmıştım. Fenerbahçe madem statüyü değiştiremiyordu o zaman kendisi için en makul yolu belirlemek yine takımın elindeydi. Etik olarak yanlış görünebilir ancak sistemin kendisinin yanında gayet masum kalırdı.

İşin teknik taktik tarafı da ayrı bir komedi. Seda'nın sakatlık geçirmediği tek bir sezon bile yokken onun yedeği olarak Yağmur'a güvenmek baştan bir strateji hatasıydı. Hadi bu hatayı bir kere yaptınız ve iş işten geçene kadar da fark edemediniz. Peki final maçında Ze ve teknik heyetin takımın 4 set boyunca sahada 5 kişi oynamasını öylece izlemesine ne bahane bulmalı bilemiyorum. Fenerbahçe her şeye rağmen maçı oradan döndürebilecek bir formulasyonu mevcut kadro içinden bulabilirdi. Yağmur'un etkisizliğini görerek Duygu'yu çapraza çekebilirlerdi. En azından blokta yine yüksek kalırdı takım. Daha önce defalarca smaçör oynamış Eda'yı 4 e çekip manşet aldırmadan oynatabilir, ortayı da İpek-Duygu'yla kapatabilirdiniz. Seda sakatlandığı anda zaten çaprazı tamamen gözden çıkarmış bir takım için alınamayacak riskler değildi bunlar. Sokolova yerine Tom'u sırf servis için oyuna alıp en azından orada bir ivme yakalamayı deneyebilirdiniz. Hadi bunların hiçbirini yapmadınız kaybedileceği daha 10. sayıda belli olmuş 4. sette pasör ve smaçörleri kenara alıp dinlendirmemesine ne demeli Ze'nin bilemiyorum. Yani denenebilecek çok şey vardı fakat Fenerbahçe'nin kenar yönetimi maçı çevirmek için hiçbir şey yapmadı. Artık toplu akıl tutulması mı yaşandı biterse bitsin rahatlığı mı vardı bilemiyorum. Normal bir Ze'nin bu maçta olay falan çıkarması gerekirdi ama herkesten daha rahat izledi maçı. Bunu da nasılsa CL'yi kazandık ne gerek var lige rahatlığına bağlıyorum. Muhtemelen 3 gün 3 gündür deyip Brezilya'ya erkenden gitmek istedi bilemeyiz ve hiçbir zaman da bilemeyeceğiz.

Federasyon'un Play-Off saçmalığına gelirsek. Lafı çok uzatmaya gerek yok. Bizimle aynı seviyedeki İtalya'ya bakmak bile yeterli. Bu adamlar araya bir de Dünya Kupası sıkıştırıp kupaydı, ligdi, Play-Off'tu hiçbir şeyin statüsünü değiştirmeden sezonu planladılar ve şu an 5 maç üzerinden final oynatıyorlar. Onların da takımları CEV'de son ana kadar vardı. Birebir aynı yoğunluk ama yapmak istedikten sonra yapılıyor demek ki. İlla saçma sapan şeyleri denemeye gerek yokmuş.

Bizim Federasyon ne yaptı peki. Hafta hafta program açıkladı sonra kendi açıkladığı programı son dakikada değiştirdi. Ortada bir plan program olmadığı o kadar belli ki 3 gün sonra Şampiyonlar Ligi'nde F4 oynayacak takıma yarın Türkiye Kupası'nda finalleri oynatalım mı diye soruyorlar. Federasyonun zaman yetmedi o yüzden böyle akıllara zarar bir sistem geliştirdik bahanesiyse safsatadan ibaret. İtalyanlar bunu yapabiliyorsa sen de yapabilirsin. Yapamıyorsan demek ki yetersiz adamlar o koltukları işgal ediyor.

Sezon içerisinde Gençler Ligi yüzünden ligi 2 hafta tatil eden Zimbabwe Voleybol Federasyonu değildi herhalde. Allahaşkına hangi spor branşında genç takımlar A takımların önüne geçiriliyor? 12 ayda o turnuvayı düzenleyecek başka zaman dilimi mi yok da tutup ligin tek günü bile önemli takviminden 2 hafta çalınıyor? Dahası gençler ligi için A takımların maçları niye duruyor? Salon mu yok, hakem mi yetmiyor? Bizi kaale alıp cevap veren olmayacak tabi ki ama bunlar kafa kurcalayan şeyler.

Geçen sene Türkiye Kupası'nı yangından mal kaçırır gibi tek maç üzerinden oynatan Federasyon bu yıl çeyrek finalleri çift maça çıkardı. Takvimin sıkışacağı ayan beyan ortadayken bu garip değişikliğin de bir izahı yok. Mayıs ayı gibi ne hoca ne yabancı oyuncuların olacağı, tüm takımların ununu eleyip eleğini astığı bir zaman diliminde turnuva yapmaya kalkışmak sonra kulüpler rest çekince de tehditler savurmak şaka gibi.

Federasyon 4-5 sene önce 4 takımla çift devre usulü bir sistem uyguluyordu. O sistem de denenebilirdi pekala. Hatta bu yıl finalin 3 maça uzayacağını varsaysaydık o sistem bundan daha kısa sürecekti. Ondan sonra da sanmıyorum ki bir kulüp çıkıp hakkımız yendi desin veya insanlar şampiyon olan takımı sorgulasın.

Tüm her şeyi bir kenara koysak dahi mevcut Play-Off sisteminin takvimle, zamansızlıkla bahane edilebilecek, akılla izanla savunulacak en ufak bir noktasını bulmak zor. Federasyon bu kaosu kendi eliyle oluşturdu. Voleybolun ülkede popülaritesi yok denecek kadar az. Seyirci baskısı diye bir şey yok haliyle. Eleştiri yapacak muhalefet veya basın diye bir şeyin de var olmadığı böyle bir ortamda Federasyon saçmalama hakkını sınırsızca kullandı. Burada x in hakkı yenmiş ya da y ninki bunlar sadece detay. Federasyon açısından değişen bir şey yok. Zira lig, kupa kısacası kulüplerle ilgili her şey tamamiyle milli takıma odaklanmış Federasyon için yalnızca bir angaryadan ibaret. Karabıyık elinden gelse ligi hiç oynatmayıp oyuncuları 12 ay milli takım kampına alacak derecede umursamaz bir tavır içinde kulüplere karşı. Voleybolda tekeri döndüren, bütün hamallığını çeken kulüpler de kendi ufak hesaplarının peşinde koşmak yerine resmin tamamında nasıl sömürüldüklerinin farkına varıp ortak bir tavır gösterene dek de bu saltanat ve çiftlik düzeni devam eder. 

21 Mayıs 2011 Cumartesi

20 Mayıs 2011 Cuma

Seda ve Milli Takım Sorunsalı


Bu aralar voleybol gündeminde ilk sırayı transferler işgal ediyor ancak benim değineceğim konu bu değil. Son dönemde performansından çok sakatlıklarıyla konuşulan Seda Tokatlıoğlu ve Milli Takım ekseninde bazı şeyleri tartışmak gerektiğini düşünüyorum.

Federasyon’un pek geri adım atacakmış gibi durmadığı son yabancı kısıtlamasından sonra Türk oyuncuların kıymete bindiği aşikar. Seda da MVP olarak kapattığı 2009’dan bu yana bir türlü kendine gelemese de şu anda piyasadaki en önemli oyunculardan biri. Seda’nın birkaç yıldır süregelen bir sakatlık problemi var gördüğümüz üzere. Fenerbahçe’deki 6 sezonunda sakatlık yaşamadığı bir yıl olmadı ama son 2 sezonda bu sakatlıklar artık kronik hale gelmeye ve kariyerini ciddi şekilde tehdit etmeye başladı. Şahsen ben şu halde olmasında Fenerbahçe’den çok Federasyon’un payı olduğunu düşünüyorum. 2009'da ligin bitimiyle çoğu oyuncu gibi dinlenemeden katıldığı milli takım kampında başlayan sakatlığı ertesi sezona geç girmesine yol açtı. Geçtiğimiz sezonun sonunda dinlendirilmesi gerekirken Fenerbahçe’nin yoğun muhalefetine rağmen yine milli takım kampına alındı ve tedaviyle geçirmesi gereken yaz sezonunu oradan oraya gezerek geçirmek durumunda kaldı. Milli takıma bu süreçte pek bir katkısı olmadığı gibi sakatlığının ilerlemesiyle bir kez daha kış sezonuna geç girdi. Bu son sezondaysa Fenerbahçe kendisinden doğru dürüst faydalanamadı bile. Bu yıl da milli takım kampına alınmaması için bu kez çok daha güçlü bir muhalefet yapılıyor Fenerbahçe tarafından. Milli takım kadroları açıklanmadı ama bildiğim kadarıyla Seda şu anda kampta değil. Seda’nın bu sakatlık sendromundan yakayı kurtaramadığı sürece Fenerbahçe’de veya x bir takımda oynamasının bir esprisi yok. Fenerbahçe Seda’yı minimum yıpranmayla kullanmaya çalıştığı halde verim alamazken birinci çapraz olarak gideceği bir takımda ne kadar etkili bir performans sağlayabileceği tartışılır. Oyununda büyük bir gelişim olacağını zannedenler Seda’nın tek çapraz rolünde üzerine binmesi muhtemel yükle sakatlık ve performansının çok daha kötü bir noktaya kayacağının farkında değiller sanırım.

Seda’nın son iki sezonda performans açısından tavan yaptığı maç sayısı bir elin parmağını bulmuyor. Çoğu kişi bunu 4 oynatılmasına bağlıyor ki benim de katıldığım bir görüş bu ancak Fenerbahçe Seda’dan tam randıman alabileceğini bilse herhalde tutup da şu ortamda yabancı çapraz transfer etmez. Zaten Seda milli takımda da Neslihan’ın hamilelik dönemi dışında pek çapraz oynama fırsatı bulamadı. Burada da teknik ve fiziksel yapısına ters bir şekilde kullanılmaya çalışılıyor. 

Seda gibi oyuncular ortalama 15 yaşından itibaren aşırı yoğun bir trafiğin içerisine sokuluyorlar. 12 ayın 5 sezonu kulüp, 6,5 ayı da milli takım kamplarında geçen çok uzun yıllar söz konusu. Bazı oyuncuların bünyeleri bu duruma çok fazla tepki vermese de Seda ve benzer oyuncularda nükseden fiziksel yıpranmayı görmemek mümkün değil. Federasyon’un oyuncuları makineye çeviren bu düzenine kulüplerin ses çıkarabilmesi pek kolay olmuyor haliyle. Bu konuda en muhalif kulüp olan Fenerbahçe 2 yıl önce Eda Erdem yüzünden de Federasyon’la papaz olmuştu. TVF’nin artık takvimde biraz boşluk açması ve hem oyuncuları hem kulüpleri rahatlatacak bir düzenlemeye gitmesi gerekiyor. Zaten final four'una ev sahipliği yaptığımız halde Avrupa’nın dört bir yanında sonucu hiçbir şeye etki etmeyecek onlarca eleme maçı oynadığımız bir Avrupa ligi saçmalığı var mesela. Takımın bir arada oynama alışkanlığı kazanması tabi ki önemli bir mevzu ama zaten sezonun darlığı nedeniyle aşırı sıkıştırılmış bir takvimden çıkan oyunculara 10 günlük bir izin verip asıl amaç olan 6 ay sonraki turnuva için haydi kampa demenin ve Evliya Çelebi misali oradan oraya koşturtmanın mantıklı bir tarafı yok. Bu sezonki yaz takvimi önceki yıllara kıyasla gene rahat sayılır aslında ancak araya Akdeniz Oyunları falan girdiğinde iş içinden çıkılmaz hale geliyor. Federasyon aynı anda 2-3 A Milli Takım kurup eş zamanlı maçlara çıkarıyor. Federasyon’un bu tutumu yaz sezonunun bitiminde ara verilmeden başlayan kulüp sezonunda bu kez ulusal takıma çok oyuncu gönderen kulüpleri vuruyor.  Bu sezonun başındaki Süper Kupa maçını bir hatırlayalım. Oyuncuların bir arada antrenman bile yapmadan, yabancıların uçaktan inip maça çıktığı, antrenörlerin bile gelemediği komedi bir organizasyon vardı.  

Yukarıda belirttiğim gibi bu durum sadece A takım seviyesi için geçerli değil. Avrupa Şampiyonu yıldızların takvimine de bir bakın. Bu çocuklar daha aldıkları madalyaları odalarına asamadan yollara düşmüş vaziyetteler. Tabi ki tek suç Federasyon’da değil. Uluslararası takvimi Japonya merkezli hazırlayan FIVB ve onun uydusu CEV’in de kıyıya köşeye yerleştirdiği bir dolu lüzumsuz turnuvayla bu arap saçı takvimin oluşumunda inkar edilemez bir payları var. Fakat Federasyon’un yerli oyuncuları bu kadar düşünüyorlarsa en azından gereksiz turnuvalara katılımı minimuma indirerek ve kamp dönemlerinden biraz feragat ederek oyunculara bir nefes aldırması en az 2+1 kadar herkesin yararına olacaktır.

Oyuncu İstatistikleri #1 Selime İlyasoğlu - Polen Uslupehlivan

İki genç oyuncunun son iki sezona ait istatistikleri.
(2009-10 sezonunda play-off maçları dahil edilmemiştir.)

Toplam İstatistikler

Set Başına İstatistikler

14 Mayıs 2011 Cumartesi

Bu topraklardan bir efsane geçti...


Günümüz takım sporlarında en aranan oyuncu profili ecnebinin all-around player dediği, oyunun her alanında etkinlik sağlayabilen sporcu tipidir. Voleybol için de durum farklı değil. Voleybolun geçirdiği evrimle beraber bu tarz bir görev üstlenebilecek tek bir pozisyon var aslında. Klasik bir voleybol takımında bir pasörden blok ve defans yapmasını bekleyebilirsiniz ama manşet alması söz konusu olamaz. Pasör çaprazından da oyun kurması veya manşet alması beklenmez. Orta oyuncularda da durum farklı değil. Libero zaten tümüyle tek yönlü bir pozisyon. Geriye 4 numara adı verilen köşe oyuncuları kalıyor. Takımın ağır işçisi olma ve her işe koşturan çok fonksiyonlu yazıcı durumu voleybol için bu 4 numara oyuncularının sırtında. Fiziksel gücün gittikçe ön plana çıktığı ve oyuncuların ağırlıkla oyunun belli yönlerinde uzmanlaştığı voleybolda bu tip oyuncuları yetiştirmek de epey zorlaştığından sayıları çok fazla değil.

Natasa Osmokroviç yukarıda tanımı yapılan oyuncu profilinin Dünya voleybolundaki en önemli isimlerinden biri. Blok, hücum, manşet, defans, servis gibi oyunun her alanında var olabilen ve bunları yaparken belli bir standardın üstüne çıkabilen bir oyuncu. Tüm bunların yanında oyun zekası ve liderlik vasıfları da onu daha da kıymetli bir oyuncu haline getiriyor.

Geçtiğimiz yıl Fenerbahçe Acıbadem’e İtalya’daki son sezon performansıyla belki de Dünyanın en iyi 4 numarası olarak geldi. Arkasından Novaralıları ağlatarak. İlk sezonunda yaptıkları için söylenecek çok şey var. Gamova gibi isimlerin bile bacaklarının titrediği Şampiyonlar Ligi F4’ünde, Fenerbahçeli oyuncuların maçı kaybettik diye yere çökmek üzere olduğu bir anda Ravva’ya yaptığı ve Dünya voleybol tarihine geçen efsane tekli bloğuyla maçı döndürüşü, ardından tüm takımın pasifize olduğu finalde Bergamo’ya tek başına direnişi ve maçı tie-break’e götüren inanılmaz performansı. Sezon boyunca yanında doğru dürüst bir manşetçi olmadan takımın servis karşılama yükünü çekmesi ve sanki hiç servis karşılamayan bir çaprazmış gibi çıkardığı müthiş hücum istatistikleriyle Fenerbahçe Acıbadem’in 3 kupalı sezonunun baş kahramanıydı. Özellikle geçen sezonki kupa ve lig finallerinde Vakıfbank tarafından servis bombardımanına tutulmasına rağmen hücumda sergilediği performansı tarif edecek kelimeler bulmak güç. Federasyon tarafından final serisinde ödüle layık görülmese de hep arkasında durduğum bir görüşüm var geçen sezonla ilgili. Eğer Osmokroviç Fenerbahçe Acıbadem’de değil de Vakıfbank veya Eczacıbaşı’nda olsaydı Fenerbahçe’nin o kadro yapısıyla tek bir kupa alması bile mucize olurdu. Geçen sezonun genelinde insanlar en büyük krediyi Gamova’ya verseler de bu oyunu bilenler için Osmokroviç sahadaki varlığıyla en kritik maçlarda bile dengeleri takımının lehine bozan asıl isimdi.

Bu yıl onun için işler çok iyi gitmedi. Yanında bu kez kendisi gibi all-around bir oyuncu vardı ancak Fenerbahçe’de sezonun daha ortası gelmeden ortaya çıkan kaotik oyun, rotasyon problemleri, takım olamama ve nihayetinde F4’teki dibe vuruş tüm takım gibi onu da etkiledi. Sezonun büyük kısmında sakatlığıyla da uğraşmak zorunda kaldı. Sakatlıkla birleşen yaş etkeni de bu ağır tempoya ayak uyduramamasına ve standartlarının altında bir sezon geçirmesine neden oldu. Sonuç olarak Fenerbahçe hem bu performansı hem de kapıya dayanan yabancı kısıtlaması gibi sorunlar yüzünden Sokolova ve onun arasında bir tercih yapmak zorundaydı. Tercih Sokolova oldu göründüğü kadarıyla. Osmokroviç’in isteyerek gitmediğini anlamak için zeka küpü olmaya gerek yok. Finaller hatta ödül seremonisi ve şampiyonluk sonrası çıktığı programlarda da hep buruk bir yüzle oturdu.

Son sezonundaki performansı nasıl olursa olsun, nereye giderse gitsin Natasa Osmokroviç bu topraklara gelmiş en büyük ve önemli sporculardan biri olarak adını Türk spor tarihine yazdırmıştır. Ben kendi adıma böyle bir ismi kanlı canlı görebildiğim için kendimi şanslı hissediyorum. Gönül isterdi ki onu iki yıldır final fourda gözyaşlarını dökerken değil, kupayı kaldırırken izleyebilseydik. Bu ülkede değişik branşlarda çok yabancı sporcu gördük hak ettiğinden fazla kazanan ve saygı gören. Osmokroviç oyun kalitesinden öte karakteri, sahadaki duruşu ve takımına kattıklarıyla spora gönül verdiği renklerin dışından bakabilen her sporsever için gıpta edilecek bir oyuncu. Fenerbahçe kulübü bu büyük ismi nasıl uğurlar bilemiyorum şu ana dek resmi kanallardan herhangi bir açıklama yapılmadı ama eğer Ankaragücü maçında Şükrü Saraçoğlu çimlerine ayak basarsa Fenerbahçe taraftarı Osmokroviç’e olan minnet borcunu hak ettiği bir vedayla karşılık vererek ödemeli.

Yolun açık olsun Nati, yaşattığın her şey için teşekkürler.

Fenerbahçe Acıbadem 2010-11 Sezonu İstatistikleri



Fenerbahçe Acıbadem'in Aroma Bayanlar Voleybol Ligi 2010-11 sezonuna ait istatistikleri.

Toplam İstatistikler: 

Set Başına İstatistikler:  

10 Mayıs 2011 Salı

Türk Voleybol Basını

  

Hürriyet'in bugünkü spor sayfasından bir alıntı. Gamova'yı basketbolcu yapanları da gördük tabi ki buna da şükür. Orta paragrafı şaka gibi olan maç yorumunu daha iyi okumak için resme tıklayıp büyütebilirsiniz. Aşağıda da Fenerbahçe'nin bu maçtaki servis karşılama istatistiklerine göz atabilirsiniz.

Seride erken sona doğru: Fenerbahçe 3 Vakıfbank 0



Son 1.5 yıldaki 14. Fenerbahçe-Vakıfbank randevusu Ze Roberto’nun pek de beklenmeyen kadro açılımıyla daha başlamadan ilk sürprizini yaptı. Seda’nın yine nükseden sakatlık problemiyle birlikte Fürst’e tribün yolu gözükürken Kasia aylar sonra ilk defa önemli bir maçta kendini ilk altıda buluverdi. Sezon daha yarılanmadan ilk altıdan kesik yiyen Nihan da uzun bir aradan sonra libero olarak kadrodaydı. İpek de yanılmıyorsam bu sezon ilk defa ciddi bir maçta ilk altıda boy gösterdi.

İlk altının yarısını değiştiren Ze Roberto’nun aksine Guidetti yine her zamanki takımıyla maça başladı. Açıkçası serinin tam ortasında böylesine radikal bir değişiklik çok da tercih edilecek bir şey değil özellikle de iplerin sizin elinize geçtiği ve karşı tarafın hamle yapmasının beklendiği bir anda ancak Ze’nin maç sonu açıklamasından da anlaşıldığı kadarıyla en azından Songül-Nihan dışındaki değişiklikler tercihten çok bir zorunluluk olmuş.

Fenerbahçe maça yine gergin girer gibi gözüktü. Özellikle Naz’ın bu ilk bölümde Sokolova’yı oyundan düşüren kötü oyunu vardı. Ancak bu gergin girişe rağmen Fenerbahçe çok çabuk toparlanırken Vakıfbank hala Cuma gününde kalmış gibiydi. İlk maça oranla çok daha istikrarlı servisler atan sarı-lacivertlilere karşın Vakıfbank’ın manşetleri çok fazla bozulmadı belki fakat yüksek yüzdeli servis karşılamaya rağmen Vakıf’ın bugün hiç gününde olmayan pasörleri hücumda bir türlü ritm tutturamamalarının ana nedeniydi. Tam tersine berbat servis karşılayan Fenerbahçe’deyse Kasia’nın oynayacağı tutunca Vakıf’ın savunması da bir yere kadar dayanabildi. Fenerbahçe set sonunu minimum hatayla bitirerek 1-0 öne geçti.

İkinci set de Fenerbahçe’nin sıfır gerginlikle başlaması dışında ilk setin karbon kopyası gibiydi. Fener iyi servis atıyor, Vakıfbank da iyi servis karşılıyordu ama Vakıfbank bir türlü hücumda dengeyi kuramadı. Guidetti’nin pasör değişiklikleri de durumu kurtaramadı. Kötü manşete rağmen blok ve savunması iyice oturan Fenerbahçe karşısında git gide oyun karakterinin dışına çıkan Vakıfbank’ta Gözde’nin sakatlığıyla maç iyice çevirilemez noktaya kaymaya başladı.

Maçın son seti için de yine aynı şeyleri yazacağım. Fenerbahçe kötü manşetlerini servis, blok, savunma ve hücumdaki performansıyla tolere ederken, Vakıfbank setin hiçbir bölümünde geri dönebilecek bir izlenim veremedi. Bu sezon başındaki Süper Kupa maçı hariç hiçbir maçta bu takımı bu kadar tepkisiz görmedim diyebilirim. Guidetti bile bir yerden sonra artık maçı falan bıraktı. Fenerbahçe de savunma ve blok konsantrasyonunu hiç düşürmeden güle oynaya seride 2-0’ı yakaladı.

Maçın geneli itibariyle Vakıfbank belirttiğim gibi bu sezonun en tuhaf performanslarından birini gösterdi. Oyunun tamamı Fenerbahçe’nin kontrolünde geçerken Vakıfbank ancak Fenerbahçe izin verdiği kadar rakibine yaklaşabildi. Fenerbahçe de hiçbir zaman Vakıf’ın bir seri tutturmasına ve havaya girmesine izin vermeden maçın direksiyonunda kaldı.

Fenerbahçe’nin yine lise takımı seviyesinde servis karşıladığı bir günde oyuna kötü girmesine rağmen çabuk toparlanan Naz’ın performansı dikkat çekici. Sağdan soldan çevirmekle uğraştığı topları bir şekilde hücum opsiyonuna çevirmeyi başardığı gibi arka alandaki savunmasıyla da bugün çok kritik toplar çıkardı. Tabi burada Kasia’dan da bahsetmek gerekiyor. Ortası olmayan Polonyalı bugün zirve performanslarından birine imza attı ve aksi olsa hem Ze Roberto hem de kendisi açısından çok büyük eleştiriler alacağı bir maçı MVP lik bir performansla bitirdi. Diğer iki smaçörün hücumda pek ortada gözükmemesi bu performansı daha da değerli kılıyor haliyle. Maça iyi konsantre olmuş Eda ve İpek’in de aldıkları toplardaki yüksek yüzdeleri hücumda hayalet gibi gezen Nati ve Sokolova’ya pek ihtiyaç duyulmamasında en önemli etkenlerdi. Bu iki oyuncu manşet ve hücumda sırıtsalar bile savunma performansları takımın geneli gibi gayet iyiydi. Bir türlü çabuk setler kuramayan Vakıfbank’a karşı İpek ve Eda bu sezonun en efektif maçlarını çıkardılar. Artık liberoluğu unuttuğunu düşünmeye başladığım Nihan manşetlerde yine bildiğimiz Nihan’dı hatta belki de daha kötü ancak Songül’ün bir türlü beceremediği savunma aksiyonlarında her topa atlayarak alıştığımız performansını ve farkını ortaya koydu. İlk maçtaki gibi üçlü blokların yanına çok iyi bir arka alan savunması da eklenince Fenerbahçe için sezonun en rahat galibiyetlerinden biri geldi. 

Vakıfbank cephesi hala daha ilk maçın şokundan çıkamamış sanırım. Kaybedilmesi durumunda telafisi çok zor bir maçta bir türlü oyuna ortak olamadılar. Fenerbahçe’nin çok iyi servisleri karşısında manşet ve savunmada çökmediler belki ama oyunun diğer alanlarında hep bir iki adım geride kaldılar. Pasörler felaket bir günlerindeydiler. Hakemin çaldıklarının yanında bir o kadar da çalmadığı hatalı pas çıktı Nilay-Özge ikilisinden. Gayet iyi manşet getiren bir takımda temiz çıkardıkları toplarda da tercihleri iyi değildi. Önceki maçın tie break setinde çok iyi gelen manşetlere rağmen kaybettikleri senaryoya benzer şekilde bir maç çıkardılar. Sene başından beri her şartta hücum eden ikiz kuleler de maç ilerledikçe fişi çekmek zorunda kaldılar. Özellikle Nikoliç hemen her tur karşısına dikilen Eda-Naz bloğuna karşı bir yere kadar dayanabildi. Eczacı serisinde kritik işler yapan Bahar’ın final serisindeki tutukluğu da işleri gittikçe zorlaştırıyor. Takımın genelinin aksine final serisinde aynı standardıyla devam eden tek isimse Gizem. Bugün savunması bir yana manşet yüzdeleriyle oha dedirtti.

Vakıfbank’ın buradan seriyi çevirmesi için artık kendilerinden çok Fenerbahçe’nin anormal şeyler yapması gerekiyor. Maçlar arası süre de azaldıkça yorgunluk Fenerbahçe’ye göre çok daha vurucu bir etki yapacaktır Vakıfbank’a. Gözde’nin de muhtemelen sezonu kapattığını düşünürsek şampiyonluk onlar için Kaf Dağının ardında gibi bir hal aldı. Bundan önceki maçlara tam bir sinir stres topu gibi çıkan Fenerbahçeli oyuncular da çok daha rahatlamış durumdalar. Çarşamba günü moral ve motivasyonu maksimuma ulaşmış Fenerbahçe rakibinin ayağa kalkmasına izin vermeden son darbeyi vurmak isteyecektir. Vakıfbank için olmak ya da olmamak maçında işleri gerçekten zor. Bu sezon inatçılığıyla nam salan takımın bütün enerjisi ilk maçın kaybedilmesiyle bitmiş gibi. Guidetti’nin sürebileceği koz da kalmamış durumda. Yapabileceği tüm hamleleri yaptığı gibi önemli bir taşını da kaybetti. Şahsen tuhaf işler olmazsa bu seri Çarşamba günü noktalanacaktır diye tahmin ediyorum.

Bu arada maç raporunda Vakıfbank'ın ilk iki sete servis atarak girdiği görünüyor ancak maça servis atarak başlayan taraf Fenerbahçe'ydi. Bunu da belirterek yazıyı noktalayalım.